35 - BU MUKADDES VATAN İÇİN ÖLEBİLİRİZ

1912 senesi. Osmanlı tarihinin en karanlık sayfalarından biri olan Balkan savaşı günleri. Aralık ayı başları idi. Edirne Müstahkem Mevkii Kumandanı Şükrü Paşaya gelen şifreli bir telgrafta, Bulgarlarla mütareke yapıldığı bildiriliyordu. Aylardan beri kuşatma atında bulunan Edirne’de yiyecek ve cephane iyice tükenmişti. Buna rağmen bu atalar yadigarını, her türlü takdirin üstünde bir cesaret ve  kahramanlıkla savunuyorlardı. Balkan savaşlarını konu alan bir yabancı yazar:-Hiç kimse Edirne’nin akıbetinden, cesur müdafii Şükrü Paşa ve askerlerini sorumlu tutamaz. Demişti.Mütareke sırasında müttefikler arasında başlayan barış görüşmeleri devam ediyordu. Eğer Türkiye ile Balkan devletleri arasında anlaşma sağlanamazsa, savaşın tekrar başlayacağı söyleniyordu. İstanbul’dan gelen ikinci bir telgraf haberi de bunu teyit ediyor, Edirne’nin dayanması isteniyordu. Şükrü Paşa bundan memnundu. -Son kurşunu atmadan şehri düşmana teslim etmem, diyordu.

Babıâlî’ye gönderdiği telgrafta kararırını şöyle açıklıyordu: “Bu mukaddes şehri deni ve hunhar bir düşmana teslim edecek kadar alçak bir kumandan, tarihimizde görülmemişti. Bu cinayeti ben de irtikab etmeyeceğim”Şükrü Paşa, ikinci telgrafı aldıktan üç gün sonra, Bulgarlar tarafından kuşatılmış bulunan Edirne dışında bulunan ve şehirdeki karargah ile irtibatı kesilmiş olan bir birliğe yeni bir talimat göndermek ihtiyacını duydu. Bu kolay bir iş değildi. Talimatı götürecek bir veya birkaç kişi, kuşatma hattını geçerken ölümle karşı karşıya gelebilirdi. Şükrü Paşa, karargahtaki subayları birer birer gözünün önüne getirdi. Bu tehlikeli, fakat o nisbette de şerefli görevi kime verebileceğini düşündü. Üsteğmen Mehmet Ali, Üsteğmen Cafer, Teğmen Şevket ve Teğmen Sadık. Bunların dördü de yiğit çocuklardı. Hepsini de ayrı ayrı tecrübe etmişti. Kurmay başkanını çağırdı. Bu sırada topçu alayı kumandanı da yanında bulunuyordu. Kurmay başkanı tercihin kendisine bırakıldığını anlayınca:-Paşa hazretleri, bunları dördü de cevherli, ateş gibi gençler. Fakat bendeniz Teğmen Sadık beyi bu iş için daha uygun görüyorum. Ama takdir yine sizindir. Topçu Alay kumandanı da kurmay başkanının mütalaasına katıldı:-Binbaşı beyin tercihi yerindedir paşam.Şükrü Paşa sordu:-Bu tercihi nasıl yaptınız?Kurmay başkanı cevap verdi:-Teğmen Sadık Edirnelidir. Memleketinin kurtuluşu için yapamayacağı fedakarlık yoktur. Sonra yolları, arkadaşlarından daha iyi bilir. Şükrü Paşa:-Bu mukaddes şehir hepimizindir. Edirne’nin kurtuluşu için hepimiz canımızı verebiliriz. Fakat yoları iyi bildiğine göre, burada haklısınız. Teğmen Sadık’ı çağırınız, kendisi ile bizzat ve yalnız konuşmak istiyorum.-Emredersiniz paşa hazretleri!Aradan yarım saat geçti, geçmedi. Kumandan paşa yalnız kalmıştı. Harita üzerinde bazı işaretler yapıyor, Bulgar topçusunun yoğun ateşinin yerlerini tespit ediyordu. İçeriye giren bir posta eri, Sadık beyin geldiğini haber verdi. Paşa:-Gelsin, bekliyorum,dedi.Teğmen Sadık, bir dakika sonra kumandanın yanındaydı. Aslan gibi bir delikanlı idi Şükrü Paşa, selamı aldıktan sonra, yerinde kalktı, teğmenin yanına kadar geldi ve bir baba şefkati ile elini omzuna koydu:-Oğlum, dedi, sana tehlikeli, fakat çok şerefli bir vazife vermek istiyorum. Senin gibi bir Türk evladının cesaret ve kahramanlığının arttıracak sözleri de fazla buluyorum. Ne dersin?Sadık hazırol vaziyetinde duruyor, gözünü kırpmıyordu. Yalnız, bakışları o kadar tatlıydı ki, kendisine gösterilen güven ve teveccühten çok sevindiği derhal belli oluyordu. -Her tehlikeli vazife bana şeref verir paşam. Hata bu, hayatım pahasına bile olsa.Paşa sordu:-Hayatım pahasına mı dediniz?-Evet paşa hazretleri, hayatım pahasına bile olsa.Şükrü Paşa teğmenin bu mertçe sözlerden duygulanmış ve gözleri dolmuştu. -Öyle ise, dedi, kurmay başkanını gör, ondan lüzumlu talimatları al. Bu akşam hava karardıktan sonra yola çıkarsın. Allah yardımcın olsun Sadık.Teğmen Sadık topuklarını birbirine vurdu. -Başüstüne paşam!Geriye döndü, sert adımlarla kumandan paşanın odasından çıktı.Yanında kurmay başkanı olduğu halde topçu mevzilerini teftiş ettikten sonra karargaha dönen Şükrü Paşa, bir kurmay Yüzbaşının verdiği acı haberle karşılaştı. -Teğmen Sadık şehit oldu paşam!Teğmen Sadık görevini başarmış, fakat geriye dönerken düşmanın bir yaylım ateşine maruz kalarak vurulmuştu. Bu haber verilirken, kumandanlık odasında Şükür Paşa ve kurmay başkanından başka beş altı subay daha vardı. Şükrü Paşa başını önüne eğdi:-Vah Sadık vah, içim yandı! Dedi. Fakat subaylara bezginlik gelir endişesi ile birden başını kaldırdı. O sert halini aldı. Gözlerini silah arkadaşlarının üzerinde gezdirdi:-Hayır hayır, Sadık’a acımağa hiç birimizin hakkı yok. Sonra ruhu azap içinde kalır. Şehadet en büyük mertebedir. O da mertebeyi kazandı. Arkadaşlar, bu mukaddes vatan için hepimiz ölebiliriz!Odada bulunan subaylar, kumandanın sözlerini heyecana tasdik ettiler:-Bu mukaddes vatan için hepimiz ölebiliriz!Sabahın erken saatlerinde başlayan şiddetli bir topçu düellosundan sonra nisbi bir sükun hasıl olmuştu. Eğer ara sıra makinalı tüfeklerin  aralıklı ateşleri olmasa, savaş haline son verildiği sanılabilirdi. Halbuki birkaç saat sonra daha büyük bir fırtına kopacak, kan gövdeyi götürecekti. Şükrü Paşa bu yeni harekat için kurmayları ile konuşuyor, onların görüşlerini soruyor, direktifler veriyordu. Söz, evvelce irtibatı kesildiği halde, Teğmen Sadık ile gönderilen talimatı aldıktan sonra kurtulan piyade birliğine gelmişti. Kurmay başkanı:-Birlik azimli bir süngü hücumundan sonra kendisine yol açmış ve az bir kayıpla esas kıtasına katılmayı başarmıştır, dedi.Teğmen Sadık şehit olmuş, fakat yüzlerce silah arkadaşını kurtarmıştı. Şükrü Paşa birden sordu:-Sadık’ın şehadet haberini ailesine haber verdiniz mi?-Evet Paşa hazretleri, emriniz dün yerine getirildi.-Peki, maddi bir sıkıntıları var mı imiş?-O cihet halledildi, icabına bakıldı Paşam!Bu konuşma sırasında posta eri, kucağında bir çocuğu olan genç bir kadının kumandan paşa ile görüşme istediğini haber verdi. Sürüp giden kuşatmadan bıkıp usanan halk ve özellikle kadınlar, hemen hemen her gün karargaha başvuruyorlar, türlü isteklerde bulunuyorlardı. Ancak bunlardan hiç biri kumandanın odasına giremezler, dertlerini karargah subaylarına söylerlerdi. Kiminin askerde evladı vardı, kimi başka bir cephede dövüşen kocasından veya babasından haber sorardı. Herhalde bu genç kadın da onlardan biri olacaktı. Kurmay başkanına:-Sorun bakalım, dedi, ne istiyormuş, beni ne için görecekmiş?Kurmay başkanı posta ile dışarı çıktı ve iki üç dakika sonra geri döndü. Gelen çocuklu genç kadın, şehit Sadık’ın dul hanımı, kucağındaki de yetim yavrusu idi. Henüz on aylıktı. Kurmay başkanı:-Sizinle görüşmek istiyor ve bu hususta ısrar ediyor. Bir şehit hanımının buna hakkı olduğunu söylüyor.Şükrü Paşa yerinden kalktı, kapıyı bizzat açtı:-Gel kızım, gelİçeriye, belki onyedi-onsekiz yaşlarında, kucağında nur topu gibi bir çocuk olan, şehit Sadık’ın hanımı girdi. Metin ve vekarlı idi. Ağlamıyordu. Paşa, köşedeki sandalyelerden birini gösterdi:-Otur yavrum.Genç kadın oturmadı.-Paşam, dedi, sizi fazla rahatsız edecek değilim. Bir tek dileğim var, yalnız onu söyleyeceğim. Sadık’ım, benim bircik erkeğim şehit oldu. Allah’ına kavuştu. Şimdi onun boş bıraktığı yeri ben doldurmak istiyorum. Bu mukaddes vatan uğruna hepimiz ölebiliriz değil mi paşam?Şükrü Paşa, o mert ve şerefli asker:-Evet kızım, dedi, evet yavrum bu mukaddes vatan uğruna hepimiz ölebiliriz.Sonra geriye döndü. Gözlerinden boşanan yaşları bu kahraman Türk anasına göstermek istemiyordu.

Toplam Görüntülenme: 2300

Yayın tarihi: Çarşamba, 04 Şubat 2004

Bunları okudunuz mu?