Ona sirkeden başka bir şey şifa vermez

Ebû Abdullah Muhammed Tilmsânî hazretleri tefsîr ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimidir. Cezayir’de Tilmsân’da doğdu. 759 (m. 1358)’de Fas’ta vefât edip, Tilmsân’da defnedildi. “En-Nûr-ül-bedri fit-ta’rîf bil-fakîh el-makkârî” isimli eserde şunlar anlatılır:

Bağdad âlimlerinden Ebü’l-Kâsım bin Muhammed Yemânî anlattı. İbrâhim aleyhisselâmın Urfa’daki makamında ikâmet eden Şeyh Sâlih’ten şunları duydum: “Bir gün bize Fas’tan bir misâfir geldi. Bizim yanımızda hastalandı. Uzun zaman bu hastalığından kurtulamadı. Biz de hastalığın tedâvisine güç yetiremedik. Çok sıkıntı çekiyordu. Bir gün elimi açıp onun için duâ ettim. 'Yâ Rabbî, ya iyileştir veya hayırla rûhunu teslim al' diye yalvardım. O gece rüyâmda Resûlullah efendimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) gördüm. 'Hastaya keskeson yedir' buyurdular. Ben de hastaya keskeson yemeği yapıp yedirdim. Başka hiçbir ilâç kullanmadan hasta ayağa kalktı. Keskeson yemeği, Fas taraflarında meşhurdur. Faslılar çok severler, sık sık ondan yerler." 
Nûhbe bin Katrâl’dan nakledilir: Bir Yahudi, “Sirke ne güzel katıktır” hadîs-i şerîfini duyunca, bunu inkâr edip, “Böyle şey mi olurmuş?” demek cüretini göstermeye kalkıştı. Onun bu hâlini haber alan bir âlim, şehrin vâlisine müracaat etti. Vâli de, o Yahudi'ye bir sene müddetle, sirke ve sirke yapılabilecek şeylerden mahrûmiyet cezası verdi. Daha bir yıl geçmeden, Yahudi ve ailesi cüzzâm hastalığına yakalandı. Tabipler, sirkeden başka bir şeyin ona şifâ vermeyeceğini söylediler. Sirkeden mahrûmiyet cezası kaldırıldı. Sirke içerek hastalıktan kurtuldular. Yahudi ve ailesi, yaptıklarına tövbe edip Müslüman oldular.”
Yine Ebû Abdullah Nûhbe bin Katrâl anlatır: “Bir gün Medîne-i münevverede, Mescid-i Nebevî’de ibâdetle meşguldüm. Eshâb-ı kirâm düşmanı bir Râfizî gelip, mescidin duvarına; 'Kendisini yaratanın Allah olduğuna inanan kimse, Ebû Bekir’le Ömer’i sevmesin' diye yazıp gitti. Resûlullah efendimizin huzûrunda başka bir edepsizlik yapmasına vesile olmayayım diye onun gitmesini bekledim. O gittikten sonra hemen gittim, 'Sevmesin' kelimesini silip, 'Sövmesin' yazdım. Yani 'Kendisini yaratanın Allahü teâlâ olduğuna inanan kimse, Ebû Bekir’le Ömer’e sövmesin' yazılmış oldu. Biraz sonra Râfizî geri dönüp geldi. Yazının değişmiş olduğunu gördü. Acaba kim değiştirmiş olabilir diye düşünüp, araştırdı. Ben de onu seyrettim, işin içinden çıkamadı. En sonunda düşünceli bir şekilde ayrılıp gitti...

Toplam Görüntülenme: 667

Yayın tarihi: Perşembe, 21 Şubat 2019

Bunları okudunuz mu?