KÜÇÜK ZABİT

Çanakkale Savaşına yedek subay olarak katılan Nejad Süreyya beyin bir arkadaşına cepheden yazdığı mektup:“Neden saklayayım? Doğrusu askerlik hayatımın ilk aylarında epeyce zahmet çek tim. Hele ilk haftalarda öyle sandım ki, harbe girmeden evvel öleceğim. Çünkü, hatır ve hayalimde askerlik nedir, zabit olmak, harbe girmek nasıl bir şeydir? Nasıl silah atılır? Bir gülleye, bir kurşun yağmuruna nasıl karşı durulur? Bütün bunlara dair hatır ve hayalimde bir şey yok iken, sarışın, kibar, nazlı İstanbul çocuğu, günün birinde pek farkına varmayarak asker oluvermişim.Cepheye göndermeden evvel sıkı bir talimden geçtik. Sabahleyin şafakla beraber kalkmalar, kızgın güneş altında, toz toprak içinde saatlerce mesafeler kat etmeler, bayırlar tırmanmalar, yokuş aşağı yuvarlanırcasına koşmalar, taşlık, gübrelik veya çamur demenden yüzükoyun yere uzanmalar, silah elde sabahtan akşama kadar bin türlü yoru cu hareketler, daha şimdi hatırıma gelmeyen bir sürü müzic vazifeler.

Ben ki, o zamana gelinceye kadar Tünel ile Tokatlıyan arasında iki defa inip çık mak mecburiyetinde kalsam, çarpıntıdan ve terden harap olur, yirmi dört saat kendimi kat’i bir istirahate mecbur hissederdim. Eve belki akşam hava karardıktan sonra gitmek mecburiyetinde kalabilirim de dışarıda rutubete maruz kalırım diye, Haziran ortasına kadar kolumda pardesüsüz sokağa çıkmazdım. Erenköy istasyonu ile bizim köşkün arası on, on beş dakikalık mesafedir, arasıra araba bulamayıp bu mesafeyi yürüyecek olsam, kendimi dünyanın en bedbaht ve biçare adamı vehmederdim. Uykularım günde on saat ten az değildi.İşte bu toz pembe hayatın içinden çıkarılıp, birdenbire askerliğin sert, merhamet siz yüzünü görünce, başına topuz yemiş bir adam gibi feci bir sersemlik içinde kaldım. Uzun müddet askerliğimden evvelki benliğimin acı matemini tuttum. Sanki o başkasıydı, bana çok yakın birsiydi ve öldü. Hakikaten de öyle oldu. İstanbul sosyetesinin buluşma mekanı Circle D’Orient’da Fransız arkadaşıyla sabahlara kadar nükteli sohbetlere dalan o genç öldü. Fakat ne iyi etti de öldü, ne iyi oldu da “o” artık “ben” değil.Umumiyetle askerli aleyhinde bulunan kimseler iddia ederler ki, bir fert, askerlik hayatına girdiği andan itibaren insani şahsiyetini kaybediyor ve adeta bir makine halini alıyor. Hayır, bu doğru değil. İnsan şahsiyetini değil, ferdiyetini kaybediyor. Ordu bir umman, fert onun içinde bir zerre gibi kayboluyor ve bu kayboluşta anlatılamaz bir ulviyet, bir tecerrüd, bir feda-yı nefs, eğer tabir caiz ise fena fil-ceyş var. Harbe nasıl girdim? Nasıl döğüştüm? Bunu bana sormayınız. Benliğime, irademe hakim olan o esrarengiz varlık bilir. Gelibolu yarımadasına vasıl oluş, siperde ilk gece, semanın ötesinde berisinde kapanıp açılan ateşler, ilk tarrakalar, bana bir rüyanın müphem hatıraları gibi geliyor.Muvasalatımızın ilk haftasıydı. Yüzbaşımızdan bir gece baskını için emir almıştık. İşte efendim, ben ne olduysam, o gece baskınında oldum. Gece karanlıktı. Bundan bil-istifade siperlerden çıktık. Ta uzakta bir harp gemisinin projektörleri semaya doğru uzanı yordu. Biz, bu kuvvetli ışıkta görünmemek için gah emekleyerek, gah sürünerek sessizce ilerliyoruz. Üzerine düşeceğimiz düşman siperine beş-on adım kaldı. Birden bir avaze yükseldi; “Allah...Allah...Allah!...” Ve bizimkiler düşman siperlerine daldılar. Birçok ses, boğuk sayhalar, demir ve çelik şakırtılarıyla birbirine karışıyor. Hangi lisana ait olduğu kestirilemeyen vahşi nidalar ve bunların hepsini bastıran “Allah...Allah..Allah!..” sesleri. İşte o anda onunla yüzyüze, göğüs göğüse karşılaştık. Kim ile mi? Bir Fransız çavuşu elbisi içindeki arkadaşımla. Hani o zerafetine hayran kaldığım, Circle D’Orient’de sabahlara kadar sohbet ettiğim arkadaşım...Ta kendisi...Ta kendisi... O da beni tanıdı zannederim ki, ikimiz birden bir hayret nidası koyuverdik. Fakat o da ne! Onun elinde benim göğsüme uzanan bir süngü, benim elimde onun başına çevrilmiş bir tabanca. Bir an içinde onun süngüsü göğsüme dayandı. İşte o zaman tabancam üst üste üç defa onun başına boşaldı: tak...tak...tak... Genç Fransız çavuşu gık bile diyemeden sırt üstü yuvarlandı. İşte efendim bu yuvarlanış bende mühim bir şeyin, yeni bir alemin doğuşu oldu.  Artık bende vatan sevgisi herşeyin üstüne çıktı. Milletim, bana herkesten daha sevimli gelmeye başladı. Öyle düşünüyorum ki, asker olup harbe gitmeseydim, asıl benliğimi ömrümün sonuna kadar tanıyamayacaktım.”

Toplam Görüntülenme: 1762

Yayın tarihi: Pazar, 10 Ekim 2004

Bunları okudunuz mu?