“Sultânüş Şuara” Necip Fazıl Kısakürek
Meşhurların Son Sözleri
Perşembe, 24 Mayıs 2007
Şair, romancı, hikâyeci, piyes yazarı ve fikir adamı Üstâd Necip Fazıl Kısakürek, 26 Mayıs 1904’te, İstanbul’da büyük bir konakta doğdu. Alâüddevle devrinin Şeyhülislâmı Mevlâna Bektût Hazretlerine dayanan Dülkadiroğullarına bağlı “Kısakürekler” soyuna mensuptur...
PİŞMAN OLDULAR!
Dini Hikayeler
Perşembe, 24 Mayıs 2007
Bir defâsında, bâzı kimseler gemi ile bir yere gidiyorlardı. Yolcular arasında Abdurrahmân hazretlerinin talebelerinden birkaç kişi de vardı. Bir ara, geminin tabanından bir yer delindi. Ne yaptılarsa delinen yeri tıkayamadılar. Vazîfeliler çâresiz kalıp, geminin batmasından korktular. Onlardaki bu telaşı görüp, vaziyeti anlayan talebeler, hocaları Abdurrahmân bin Muhammed'den yardım istediler. O esnâda hocalarını gemide gördüler.
ABDULLAH BİN MÜBÂREK
Dini Hikayeler
Perşembe, 24 Mayıs 2007
Merv'de bir yıl ticâretle uğraşır, kazancının hepsini fakirlere dağıtırdı. İkinci yıl İslâmiyet'i yaymak için cihâda, düşmanla harbe giderdi. O, medresede müderris, hoca; câmide vâiz, şehirde tüccâr; harbde büyük bir kahramandı. Kılıç ve kalem sâhibi idi. Kalemiyle cihâda dâir eser yazdı, kılıcıyla da dillere destan olan kahramanlıklar gösterdi.
Abbâsîler devrinde Bizanslılarla yapılan harplerden birine katılmıştı. Abbâsî ordusu sessiz, sâkin ve aydınlık bir gecede Tarsus'un kuzeyinde karargâh kurmuştu. Tarsus'un sırtlarında İslâm ve Bizans orduları görünüyordu. İki taraf da kendilerini kuvvetli göstermek için alevleri göklere yükselen ateşler yakmışlardı. Bu ateş ocaklarından birinin etrafında tepeden tırnağa silâhlı askerler hilâl şeklinde oturmuşlar, ortalarında ise ince yapılı, nûrânî yüzlü bir zat onlara ders anlatıyordu. Kimse vaktin nasıl geçtiğinin farkına varmamıştı. Sözü kesip, duâsını yapınca istirahate çekildiler.
AT HIRSIZI
Dini Hikayeler
Perşembe, 24 Mayıs 2007
Abdullah-ı İlâhî'nin sohbetleri çok tesirli ve faydalı olurdu. Sohbetlerinde ve diğer zamanlarda herkesin gönlünü almaya çok dikkat gösterirdi. Sohbette bulunanlardan birinin bir sıkıntısı, bir müşkülü olsa onun hâlini keşfeder sıkıntısını giderirdi. Sohbetiyle, tereddütleri ortadan kaldırırdı.
Yine bir gün sohbette, söz çalışmak ve gayretten açılmıştı ve; "İnsan çalışıp, gayret göstermedikçe olgunlaşamaz ve bir mertebeye ulaşamaz." buyurmuştu. Bu sırada sohbetinde bulunan bir âlim, bu sözleri işitince, "at hırsızı kıssası" diye bilinen bir hâdiseyi hatırladı. "Peki onun hâli nasıl oldu?" diye düşündü. Abdullah-ı İlâhî, o âlimin kalbinden geçen düşünceleri kerâmetiyle anlayıp, ona doğru dönerek; "Söylediğim söze, at hırsızlığı yapan kimsenin hâli ile karşı çıkmak hâtıra geldi değil mi? Fakat ona da cevap vardır." dedi. Sonra sohbetinde bulunanlara dönüp; "Hiç o hâdiseyi işiteniniz var mıdır?" diye sordu. Ve hâdiseyi şöyle anlattı:
ÖLÜYÜ DİRİLTEMEM
Dini Hikayeler
Perşembe, 24 Mayıs 2007
Trablusşam Nakîb-ül-eşrâfı Şeyh Abdülfettâh Zağbî Efendi, Yûsuf Nebhânî hazretlerine şöyle anlatmıştır:
Bir defâsında bir arkadaşımız hastalanmıştı. Abdullah ibni Şeyh Hıdır ez-Zağbî'yi de yanımıza alıp ziyâretine gitmek istedik. Onu götürmekten maksadımız hastanın bereketlerinden istifâde ederek şifâya kavuşması idi. Ancak gitmek istemedi. Çok ısrar edince kabûl edip bizimle geldi. Hastanın yanına vardığımızda, şiddetli hastalığından hiç bir eser kalmadı. Ayağa kalkıp bizi karşıladı. "Hoş geldiniz." deyip konuştu. Ziyâreti yapıp yanından ayrıldık. Ayrılıp giderken yolda Şeyh Abdullah hazretleri; "Ben ölüyü diriltemem." dedi. Bu sözüyle ziyâretine gittiğimiz kişinin öleceğine işâret etmişti. Dedim ki:
Büyük hadîs âlimi Mis’ar bin Kedâm
Meşhurların Son Sözleri
Perşembe, 24 Mayıs 2007
Mis’ar bin Kedâm, büyük hadîs âlimlerindendir. Künyesi “Ebû Seleme”dir. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerde çok güvenilir olduğu için kendisine “mushaf” da denir. 155 (m. 772)’de Mekke-i mükerremede vefât etti...
Rivâyetlerinde çok güvenilir olan Mis’ar bin Kedâm, bin kadar hadîs-i şerîf rivâyet etti. İslâm âlimlerince senet kabul edilen ve “Kütüb-i sitte” adı verilen meşhûr hadîs kitabları onun rivâyetlerini almışlardır.
“Üç üstâdım imansız gitti!”
Meşhurların Son Sözleri
Çarşamba, 23 Mayıs 2007
Salihlerden birisi şâhid olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatıyor: Bir seher vakti zemzem kuyusunun yanında oturuyordum. Bir kimse geldi. Kuyudan bir kova doldurup çekti, içti. Kalanını bırakıp gitti. Yüzünde örtü olduğu için kim olduğunu da anlayamadım. Kovada kalan artığını içtim. Tadı bâdem ezmesi gibiydi. O âna kadar o lezzette bir şey içmemiştim...
ALLAHÜ TEALADAN BİR AN GAFİL OLMAYASIN
Dini Hikayeler
Salı, 22 Mayıs 2007
Yûsuf bin Hüseyin şöyle anlatır: "Mısır'a Zünnûn-i Mısrî'nin yanına gittikten sonra, Rey şehrine dönüyordum. Bağdâd'a vardım. Dayım Abdullah bin Hâzır orada idi. Hacca gidecekmiş, yanına gittim:
-Nereden geldin? diye sordu:
-Mısır'dan gelip, Rey'e gidiyorum. Bir nasîhat etmenizi isterim, dedim.
Buyurdu ki:
-Kabûl etmezsin!
-Ederim. dedim.
ABDULLAH-I ENSÂRÎ
Dini Hikayeler
Salı, 22 Mayıs 2007
Abdullah-i Ensârî hazretleri Evliyânın meşhûrlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerindendir. Kerâmetleri pek çoktur. Vâzlarında Ehl-i sünneti müdâfaa eder, mezhebsizlik ve bid'atlerin kötülüğünü anlatırdı. Allahü teâlâya kavuşmak yolunda yürümek isteyenlerin, evliyâya ve hakîkî din âlimlerine çok bağlı olmasını isterdi. Bu yolda ilerleten vâsıtaların, onlara olan tam muhabbet ve bağlılık oduğunu söylerdi. O büyüklere dil uzatanların zavallılıklarını her defâsında ifâde eder ve; "Yâ Rabbî! Dostlarını öyle yaptın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor ve sana kavuşmayan onları tanıyamıyor. Yâ Rabbî! Her kimi felâkete düşürmek istersen, onu dostlarının, evliyânın ve gerçek İslâm âlimlerinin üzerine atarsın." buyurmuştur.
YÜZ VERMEDİN!
Dini Hikayeler
Salı, 22 Mayıs 2007
Fakîh Îsâ bin Muhammed şöyle anlatır:
Uzak bir diyârda idim. Abdullah el-Ayderûs'u açıkça bulunduğum yerde görmeyi temenni etmiştim. Mescide gittim. Oraya bir dilenci ve yanında birisi gelip benden bir şey istedi. Bir şey vermedim. Oradan ayrılıp başka yere gittim. O dilenci ve yanındaki kişi benim arkamdan geldi. Sonra yine yanıma yaklaşarak benden bir şeyler istedi. Yine yüz vermedim. Bunun üzerine o dilenci ve yanındaki ayrılıp gitti. Bir müddet sonra ben, Abdullah el-Ayderûs'un bulunduğu yere döndüm. Şeyh Abdullah'ın yanına giderek; "Ben sizi gittiğim yerde alenen görmeyi temenni ettim. Lâkin bu isteğim hâsıl olmadı." dedim. Bunun üzerine Ebû Muhammed el-Ayderûs ; "Sana alenî görünmem hâsıl oldu. Falan gün duhâ vaktinde sen falan mescidde idin. Senin yanına bir dilenci geldi. Yanında birisi de vardı. Senden bir şeyler istediler. Onlara bir şey vermedin. Sonra kalkıp bir yere gittin. Onlar da seni tâkib etti ve yine bir şeyler istediler. Yine yüz vermedin. İşte o dilencinin yanındaki ben idim. Ben, senin yanına o kılıkla gelmiştim." dedi. Ben; "Efendim! Sizin dedikleriniz doğrudur. Fakat o size fazla benzemiyordu." deyince, Şeyh Abdullah da; "Eğer ben bu hâlimle senin yanına gelse idim, sen beni tanır ve insanlara haber verirdin." buyurdu.