Bu sayfayı yazdır

Zeynel Âbidin Ali bin Hüseyin

Zeynel Âbidin Ali bin Hüseyin hazretleri, Hicretin otuzüçüncü senesinde Medîne’de doğdu. Annesi Şehr-i Bânû o devrin Acem Pâdişâhının kızıdır ve Nûş-i Revân-ı âdilin evlâdındandır. [Son Sâsânî hükümdârı Yezdecerd’in kızıdır.] İmâm-ı Zeynel Âbidîn’in vefâtı, hicretin doksandördüncü senesinde Muharrem ayının onsekizindedir...

“Kimin huzûruna çıkıyorum?”
İmamlığı, yâni tasavvufta insanlara feyz vermesi, doğru yola kavuşturması otuz dört sene sürmüştür. Hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilminde âlimdi. Eshâb-ı kirâmdan çoğunu görmüştür. Hazret-i Abdullah ibni Abbâs, hazret-i Ebû Hüreyre, hazret-i Âişe, babası hazret-i Hüseyin, amcası hazret-i Hasan, hazret-i Ümmi Seleme ve diğerlerinden hadîs-i şerîfler işitip rivâyet etmiştir. Rivâyet ettiği bâzı hadîs-i şerîfler, “Kütüb-i Sitte” adı verilen altı hadîs kitabında yazılıdır.
Hazret-i Ömer’in hilâfeti zamanında Eshâb-ı kirâmın ordusu İran’a gidip, Yezdicürd’ün memleketini fethettiler. Oradan çok ganimet ile köle getirdiler. Kölelerin arasında Pâdişâhın üç kızı da vardı. Medîne-i münevvereye geldiklerinde hepsini halîfe Ömer’e teslim ettiler. Hazret-i Ali bu kızlardan Şehr-i Bânû Gazele’yi oğlu hazret-i Hüseyin’e nikâh etti (Zeynel Âbidîn bundan oldu). Birisini hazret-i Abdullah bin Ömer’e, diğerini de hazret-i Muhammed bin Ebû Bekir’e nikâh ederek verdi.
Bu mübarek zat, her abdest aldığında benzi sararır, vücûdu titremeğe başlardı. Bu hâlin sebebini sorduklarında; “Kimin huzûruna çıkacağımı biliyor musunuz?” buyururdu...
Bir gün evinde namâz kılarken, evi yanmağa başladı. Secdede idi. “Ey Resûlullahın torunu, yangın çıktı, yangın çıktı!” diye bağrıştılar. Başını secdeden hiç kaldırmadı. Sonunda ateş söndü. “Sizin bu ateşe aldırmamanızın sebebi ve onu size fark ettirmeyen şey nedir?” diye sordular. “Âhiret ateşini, Cehennem ateşini düşünmektir” buyurdu.

Vefât edeceği gece...
Bu mübareğin sevenleri çok olduğu gibi, hasetçileri de çoktu. Medine valisinin emriyle zehirleyerek şehit ettiler.
İmâm-ı Zeynel Âbidîn vefât edeceği gece, oğlu Muhammed Bâkır’dan abdest almak için su istedi. Suyu getirdiler.
“Bu suyun içinde hayvan ölmüştür” dedi. Mum ışığında dikkatle baktılar. Suyun içinde bir fâre ölüsü vardı. Tekrâr su getirdiler. Abdest aldı; “Artık vefâtım yakındır” buyurarak, vasiyetini yaptı ve şehâdet şerbetini içti...

Toplam Görüntülenme: 1814

Yayın tarihi: Pazartesi, 23 Ekim 2006