Bu sayfayı yazdır

Sa­na hü­zün, gam ­ke­der gir­mez!..

Bü­yük mu­ta­sav­vıf Cü­neyd-i Bağ­dâ­dî haz­ret­le­ri bir gün Kû­fe’ye uğ­ra­dı. Şeh­rin ile­ri ge­len­le­rin­den bi­ri­si­nin sa­ra­yı­nı gör­dü. Çok süs­lüy­dü. Pen­ce­re­sin­de bi­ri­si şu mâ­nâ­da şi­ir söy­lü­yor­du: “Ey Sa­ray! Sa­na hü­zün, gam, ke­der gir­mez. Za­man se­nin sâ­kin­le­ri­ne, için­de­ki­le­re bir şey yap­maz. Sen muh­taç­lar için ne gü­zel bir ko­nak­sın...”

SA­RAY, Vİ­RA­NE­YE DÖN­MÜŞ­TÜ!..
Bir müd­det son­ra Cü­neyd-i Bağ­dâ­dî ora­ya tek­rar uğ­ra­dı. Bu se­fer o sa­ra­yı ön­ce­kin­den da­ha baş­ka bul­du. Ka­pı­sı ka­rar­mış, için­de ya­şa­yan­lar da­ğıl­mış, o gü­ze­lim sa­ray pe­ri­şan vi­râ­ne bir va­zi­yet­tey­di. O man­za­ra li­san-ı hâl ile san­ki şun­la­rı fı­sıl­dı­yor­du: “Bu sa­ra­yın gü­zel­lik­le­ri git­ti. Ye­ri­ni gör­dü­ğün şu man­za­ra, al­dı. Za­man içe­ri­sin­de hiç­bir şey ay­nı iyi hâl üze­re kal­maz. İş­te gör­dü­ğün şu sa­ray gü­zel du­ru­mu­nu bu yal­nız­lık, ga­rip­lik hâ­li­ne, se­vin­ci­ni gam ve ke­de­re bı­rak­tı...”
Cü­neyd-i Bağ­dâ­dî sa­ra­yın ka­pı­sı­nı çal­dı. İçe­ri­den gâ­yet za­yıf bir ses­le bi­ri­si; “Bu­yu­run” de­yin­ce; “Bu sa­ra­yın o gü­zel­li­ği­ne ne ol­du? Ne­re­de onun o par­lak hâ­li, ne­re­de onun içe­ri­sin­de en kıy­met­li el­bi­se­ler­le ge­zi­nen­ler, ha­ni o ge­lip gi­den zi­yâ­ret­çi­le­ri?” di­ye sor­du. O şa­hıs ağ­la­ya­rak;
“Efen­dim! On­lar bu­ra­da emâ­net­çi ola­rak ka­lı­yor­lar­dı. Ömür­le­ri bi­tip, bu dün­yâ­dan âhi­re­te göç­tü­ler. Dün­yâ­nın hâ­li böy­le­dir. Ona ge­len gi­der. Bu dün­yâ ken­di­si­ne iyi­lik eden­le­re kö­tü­lük eder” de­di. Cü­neyd-i Bağ­dâ­dî;
“Da­ha ön­ce bu­ra­ya uğ­ra­dı­ğım­da bi­ri­si bu sa­ra­yın pen­ce­re­sin­de; “Ey sa­ray! Sa­na hü­zün, gam ve ke­der gir­mez, di­yor­du” de­yin­ce, o şa­hıs ağ­la­yıp;
“O şii­ri oku­yan ben­dim. Bu sa­ra­yın sâ­kin­le­rin­den ben­den baş­ka kim­se kal­ma­dı. Ah! Dün­yâ­ya al­da­nan­la­ra ya­zık!” de­di. Bu­nun üze­ri­ne Cü­neyd-i Bağ­dâ­dî;

SEV­Gİ­SİN­DE SA­Mİ­Mİ İDİ...
“Bu ha­râ­be, vi­râ­ne ol­muş yer­de na­sıl ka­lı­yor­sun, kal­bin na­sıl ra­hat edi­yor?” di­ye so­run­ca, adam; “O na­sıl söz! Bu­ra­sı sev­dik­le­ri­min evi de­ğil mi? Bu on­la­rın yâ­di­gâ­rı hâ­tı­ra­sı­dır” de­dik­ten son­ra, şu mâ­nâ­da bir şi­ir oku­du:
“Ba­na de­di­ler, sen sev­dik­le­ri­nin bu­lun­du­ğu yer­ler­de dur­ma­yı se­vi­yor­sun... Ben de­dim, her ne ka­dar bu­ra­lar­da on­lar­la bu­lu­şa­mı­yor­sam da, on­la­rın kal­bim­de yer­le­ri bü­yük­tür... O hâl­de on­la­rın ge­zip do­laş­tık­la­rı yer­le­re olan sev­gi­si se­be­biy­le kal­bim bağ­lı iken, bu vi­râ­ne­yi na­sıl terk ede­rim?..”
Onun bu söz­le­ri Cü­neyd-i Bağ­dâ­dî haz­ret­le­ri­ne çok te­sir et­ti. Sev­gi­si­ni sa­mî­mi bir dil­le an­lat­ma­sı, vi­râ­ne ol­ma­sı­na rağ­men sev­dik­le­ri­ne bağ­lı­lık­ta gös­ter­di­ği sa­bır ba­kı­mın­dan ho­şu­na git­ti...

Toplam Görüntülenme: 1193

Yayın tarihi: Pazar, 09 Kasım 2008