Bu sayfayı yazdır

Han­belî fı­kıh â­li­mi A­li bin Beşşâr

Ali bin Mu­ham­med el-Beş­şâr, bü­yük Han­be­lî âlim­le­rin­den­dir. 313 (m. 925) se­ne­sin­de ve­fât et­ti. Kab­ri, Nec­ma’ya ya­kın bir yer olan Aka­be’de­dir. Hik­met­li söz­le­ri çok­tur. Bu­yur­du ki:

“ÖZÜR Dİ­LE­YE­CEK SÖZ SÖY­LE­ME­Dİ”
“Şu dört has­let ki­şi­nin ke­mâ­li­ne alâ­met­tir: Kal­bi dün­yâ sev­gi­sin­den kur­ta­rıp, Al­la­hü te­âlâ­nın be­ğen­di­ği şey­le­ri yap­mak. So­nun­da, he­sâ­ba çe­kil­me­yi ge­rek­ti­re­cek şey­le­ri terk et­mek, hâ­li ha­fif ve yu­mu­şak ol­mak. Dün­yâ­lık bi­rik­tir­me­yi azalt­mak.”
“Sırf ma­kam sâ­hi­bi ol­mak ve bi­li­yor de­sin­ler için bir­kaç me­se­le öğ­re­nip, in­san­la­ra fet­vâ ver­me­ye kal­kış­mak, ne ka­dar ayıp­tır.”
Ali bin Mu­ham­med bin Beş­şâr, ken­di­sin­den bah­se­der­ken, “Ben şöy­le­yim ve­ya böy­le­yim” de­mez­di. Bir gün, “Ben bir adam ta­nı­yo­rum, otuz se­ne, özür di­le­me­yi ge­rek­ti­re­cek bir söz ko­nuş­ma­mış­tır” de­di. Bu­ra­da ken­di­si­ni kas­te­di­yor­du.
Ali bin Beş­şâr, Ah­med bin Han­bel haz­ret­le­ri­nin oğ­lu Ab­dul­lah’dan şöy­le bir şey nak­let­ti:
“Ab­dul­lah bin Ah­med bin Han­bel de­di ki: Ba­ba­mın mes­ci­di­ne bir ce­nâ­ze ge­tir­di­ler. Ba­bam ‘Bu ce­nâ­ze­nin sâ­hi­bi­nin san’atı ne idi?’ di­ye sor­du. ‘Yol ke­na­rın­da sa­tış ya­par­dı’ di­ye ce­vap ver­di­ler. ‘Ken­di­si­ne âit bir yer­de mi, yok­sa baş­ka­sı­nın ara­zi­si üze­rin­de mi, sa­tış ya­par­dı?’ di­ye sor­du. ‘Baş­ka­sı­nın ara­zi­si üze­rin­de sa­tış ya­par­dı’ de­di­ler. Bu­nun üze­ri­ne ba­bam ‘Eğer, üze­rin­de sa­tış yap­tı­ğı yer, bir ye­ti­min ve­ya baş­ka bi­ri­si­nin ara­zi­si ise, gün­le­ri bo­şu­na geç­miş ola­cak. O yap­tı­ğı iş­ten hiç­bir se­vâb ka­za­na­ma­ya­cak­tır. Çün­kü o, ti­câ­re­ti­ni baş­ka­sı­nın ara­zi­si üze­rin­de yap­mış­tır’ bu­yur­du. Son­ra, ba­bam ‘Kalk, bu ce­nâ­ze­nin na­ma­zı­nı kı­la­lım. Bel­ki Al­la­hü teâ­lâ, onun gü­nah­la­rı­nı af ve mag­fi­ret bu­yu­rur’ de­di.

“ONUN HÜR­ME­Tİ­NE BA­ĞIŞ­LA­DI!”
Ce­nâ­ze na­ma­zı kı­lın­dı. Son­ra ce­nâ­ze­yi yük­len­dik, kab­re gö­tü­rüp def­net­tik. Ak­şam ol­du. Yal­nız ba­bam o ge­ce def­net­ti­ği­miz ce­nâ­ze­nin du­ru­mun­dan do­la­yı hü­zün­lü idi. Biz otu­rur­ken, bu sı­ra­da kom­şu evin sa­hip­le­rin­den bi­ri­si gel­di. Ba­ba­ma; ‘Sa­na bir şey an­la­ta­ca­ğım’ de­di. Ba­bam da, ‘An­lat, sen sâ­lih bir kim­se­sin’ de­di. Kom­şu­muz şöy­le an­lat­tı: ‘Dün ge­ce uyu­muş­tum. Rü­yâm­da, def­net­ti­ği­niz o kim­se­yi, Cen­net­te gör­düm. Üze­rin­de de iki ye­şil el­bi­se var­dı. Ona, Al­la­hü teâ­lâ sa­na ne mu­âme­le ey­le­di, di­ye sor­dum. ‘Rû­hu­mu tes­lim ede­ce­ğim sı­ra­da du­ru­mum iyi de­ğil idi. Fa­kat Ah­med bin Han­bel, na­ma­zı­mı kıl­dı. Onun hür­me­ti­ne Al­la­hü teâ­lâ, gü­nah­la­rı­mı ba­ğış­la­dı. Şim­di çok iyi­yim’ de­di...”

Toplam Görüntülenme: 1293

Yayın tarihi: Salı, 11 Kasım 2008