Bu sayfayı yazdır

Muh­yiddîn­-i A­rabîye ­dil u­za­tan Ho­ra­san­lı

Muh­yid­dîn-i Ara­bî haz­ret­le­ri 1165 (H.560) se­ne­sin­de En­dü­lüs’te­ki Mür­siy­ye ka­sa­ba­sın­da doğ­du. 1240 (H.638) se­ne­sin­de Şam’da ve­fât et­ti. Kab­ri Şam’da olup se­ven­le­ri ta­ra­fın­dan zi­yâ­ret edil­mek­te­dir...
Muh­yid­dîn-i Ara­bî haz­ret­le­ri, ken­di­sin­den na­sî­hat is­te­yen bir kim­se­ye bu­yur­du ki:

“KEN­Dİ­NE BİR REH­BER BUL!”
“Ey nef­si­nin kur­tu­lu­şu­nu is­te­yen kim­se! Her şey­den ön­ce sa­na lâ­zım olan, sa­na ken­di ayıp ve ku­sûr­la­rı­nı gös­te­re­cek, se­ni nef­si­ne itâ­at­tan kur­ta­ra­cak bir üs­tâd, reh­ber, ho­ca lâ­zım­dır. Şâ­yet böy­le bir zâ­tı ara­mak için uzak mem­le­ket­le­re gi­de­cek­sen, sa­na bâ­zı na­sî­hat­ler­de bu­lu­na­yım... O zâ­tı bul­du­ğun za­man, hu­zû­run­da, yı­ka­yı­cı­nın elin­de­ki ölü gi­bi ol. Çün­kü ölü, yı­ka­yı­cı­ya as­lâ îti­râz et­mez.
Sa­kın ha­tı­rı­na o zâ­ta kar­şı îti­râz gel­me­sin. Sa­na em­ret­ti­ği şe­yi yap. Sa­na em­ret­ti­ği şe­yi iyi­ce an­la ve iyi öğ­ren­me­den o işin pe­şin­de koş­ma. Ona düş­man olan­dan Al­lah için uzak dur. O düş­man ile be­râ­ber ol­ma. Ar­ka­daş­lık et­me. Ho­ca­nı se­ve­ni sev ve ona yar­dım­cı ol.
Ede­bi as­lâ terk et­me. Yol­da gi­der­ken onun önün­de yü­rü­me. De­vam­lı ona bak­ma. Çün­kü böy­le yap­mak, ha­yâ­yı azal­tır, ona kar­şı hür­me­ti kalb­ten çı­ka­rır. Ona olan sev­gi­ni, onun emir­le­ri­ne uyup, ya­sak et­tik­le­rin­den sa­kın­mak sû­re­tiy­le gös­ter. O zâ­ta ye­mek ve yi­ye­cek tak­dîm et­ti­ğin za­man, di­ğer lâ­zım olan şey­ler ile be­râ­ber önü­ne bı­rak, ka­pı­nın ya­nın­da edeb­le dur. Eğer sa­na ses­le­nir­se ce­vap ver. Yok­sa ye­me­ği­ni yi­yin­ce­ye ka­dar bek­le. Ye­me­ği­ni yi­yip sa­na sof­ra­yı kal­dır­ma­nı söy­le­di­ği za­man he­men kal­dır. Sof­ra­da bir şey­ler ka­lıp, se­nin ye­me­ni em­ret­ti­ği za­man, îti­raz et­me­den ye. Baş­ka­sı­na ver­me...”

“O ZA­LİM ADAM ÖL­DÜ!”
Ho­ra­san’da za­lim ve Al­lah adam­la­rı­nı; bil­has­sa Muh­yid­dîn-i Ara­bî haz­ret­le­ri­ne dil uza­tan, ona ve onu se­ven­le­re ezi­yet eden bir adam var­dı. Çok ezi­yet gö­ren­ler, Muh­yid­dîn-i Ara­bî’ye bu­nu şi­kâ­yet edip, “ta­ham­mü­lü­müz kal­ma­dı” de­di­ler. O da; “Ba­na şöy­le şöy­le bir bı­çak ge­ti­rin” bu­yur­du. Bir kâ­ğı­dı in­san şek­lin­de ya­pıp, bı­çak­la kes­ti ve; “Ey ce­mâ­at, şu an­da, Ho­ra­san’da­ki o inat­çı za­lim adam öl­dü” bu­yur­du.
Şi­kâ­yet eden­ler­den bi­ri Ho­ra­san’a git­ti. O evi bul­du. “Fi­lân kim­se, fa­lan gün­de, fa­lan sa­at­te onu kes­ti” de­di­ler. Hâ­di­se, ho­ca­la­rı­nın bu­yur­du­ğu şe­kil­dey­di...

Toplam Görüntülenme: 1347

Yayın tarihi: Pazar, 16 Kasım 2008