Bu sayfayı yazdır

Bü­yük mu­ta­sav­vıf Ebû A­li Rodbârî

Bü­yük ve­lî Ebû Ali Rod­bâ­rî, uzun müd­det Cü­neyd-i Bağ­dâ­dî’nin hiz­me­tin­de ve soh­bet­le­rin­de bu­lu­na­rak ta­sav­vuf yo­lun­da iler­le­di. Bü­tün Bağ­dât­lı­lar onun üs­tün­lü­ğü­nü bi­lir, fa­zî­let­le­ri­ni an­la­tır­lar­dı. Ebû Ali Kâ­tib di­yor ki: “Ben, İs­lâ­mi­ye­ti iyi bil­mek­te ve ta­sav­vu­fun yük­sek de­re­ce­le­ri­ne ka­vuş­mak­ta Ebû Ali Rod­bâ­rî gi­bi bi­ri­ni gör­me­dim.”

“FE­LA­KET ÜÇ YOL­DAN GE­LİR”
Hik­met­li söz­le­ri pek çok­tur. Bu­yur­du ki:
“İn­san­la­ra fe­lâ­ket şu üç yol­dan ge­lir. Has­ta ta­bi­at ve mî­zac, alış­kan­lık­la­ra sı­kı bağ­lı­lık ve kö­tü ar­ka­daş­lık.”
“Has­ta ta­bi­at­la ne­yi kas­de­di­yor­su­nuz?” di­ye so­ru­lun­ca; “Ha­ram ye­me­yi kas­de­di­yo­rum” bu­yur­du. “Alış­kan­lık­la­ra sı­kı bağ­lı­lık ile ne­yi kas­de­di­yor­su­nuz?” di­ye so­ru­lun­ca da; “Ha­ra­ma bak­ma­yı ve gıy­bet din­le­me­yi kas­de­di­yo­rum” bu­yur­du.
“İn­sa­na fe­lâ­ket ge­ti­ren kö­tü ar­ka­daş­lık­tan mak­sad ne­dir?” di­ye so­ru­lun­ca da; “Ne­fis­te şeh­vet co­şun­ca ona uy­ma­yı, yâ­ni ne­fis­le dost­luk yap­ma­yı” di­ye ce­vap ver­di.”
Ebû Ali Rod­bâ­rî’ye; “So­fi kim­dir?” di­ye so­ru­lun­ca; “Nef­si­nin is­tek ve ar­zu­la­rı­na kar­şı çı­kan, ona ezi­ye­tin ta­dı­nı tat­tı­ran, dün­yâ­yı ar­ka­sı­na atan ve Mu­ham­med Mus­ta­fa’nın (sal­lal­la­hü aley­hi ve sel­lem) yo­lu­na sı­kı sa­rı­lan kim­se­dir” bu­yur­du.
Bir baş­ka­sı; “Ta­sav­vuf ne­dir?” di­ye so­run­ca da; “Ta­sav­vuf sev­gi­li­nin ka­pı­sı­na çök­mek­tir. İs­ter­se kov­sun. Ta­sav­vuf, uzak­lı­ğın ke­der­le­ri­ni, acı ta­dı­nı tat­tık­tan son­ra ya­kın­lı­ğın ta­dı­na er­mek­tir. Sâ­fi­ye­ti­ni saf­lı­ğı­nı, te­miz­li­ği­ni bul­mak­tır. Biz bu ta­sav­vuf ko­nu­sun­da, kı­lı­cın kes­kin ta­ra­fı gi­bi bir had­de ulaş­tık. Azı­cık me­yil ve sap­ma gös­ter­sek ate­şe dü­şe­riz. Ta­sav­vuf yo­lu, baş­tan so­na cid­di­yet­tir. Ona şa­ka nâ­mı­na bir şey ka­rış­tır­ma­yız” bu­yur­du.

“AL­LAH’A ÂŞIK OLAN­LAR ÖL­MEZ!..”
Bir gün Ebû Ali Rod­bâ­rî’ye bir kim­se mi­sâ­fir gel­miş­ti. Fa­kat o gün ve­fât et­ti. Ke­fen­le­nip na­ma­zı kı­lın­dık­tan son­ra me­za­ra ko­nul­du. Ebû Ali Rod­bâ­rî; “Aziz ve ce­lîl olan Al­lah, bu kim­se­ye ga­rip­li­ği se­be­biy­le rah­met et­sin” di­ye­rek yü­zü­nü aça­rak top­ra­ğa koy­mak is­te­di. Bu sı­ra­da ve­fât eden kim­se gö­zü­nü aç­tı ve; “Ey Ebû Ali! İk­râ­mı­na nâ­il ol­du­ğum zâ­tın hu­zû­run­da ba­na ik­râm mı edi­yor­sun?” de­di. Ebû Ali Rod­bâ­rî; “Efen­dim ölüm­den son­ra ha­yat man­za­ra­sı mı gö­rü­yo­rum?” de­di. O kim­se; “Evet ben ha­yat­ta­yım. Aziz ve Ce­lîl olan Al­la­hü te­âlâ­ya âşık olan her in­san ha­yat­ta­dır, öl­mez. Ey Rod­bâ­rî, el­de et­ti­ğim ma­kam­la ya­rın sa­na yar­dım­cı ola­ca­ğım” de­di.

Toplam Görüntülenme: 1322

Yayın tarihi: Perşembe, 11 Aralık 2008