Bu sayfayı yazdır

Muhammed Sıddîk hazretleri

Muhammed Sıddîk hazretleri, Hindistan’da yaşayan büyük velîlerden olup, İmam-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretlerinin torunu, Urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma’sûm Fârûkî hazretlerinin en küçük oğludur. 1649 (H.1059) senesinde Serhend’de dünyâya geldi. Babasının mübârek teveccühleri altında yetişti. Zamânın kutublarından oldu. 1719 (H.1131) senesinde vefât etti. 

Muhammed Sıddîk hazretleri, babası Muhammed Ma’sûm Fârûkî hazretlerinin yazdığı mektupları talebelerine okurdu. Vefatından kısa bir zaman önce şu mektubu okumuştu: 
Mubâh olan lezzetleri bırakamazsanız, hiç olmazsa, harâmlardan ve şüphelilerden kaçınınız ki, âhırette kurtulmak umulsun. Fakat, her türlü altın ve gümüş eşyânın ve çayırda otlayan hayvanların ve ticâret eşyâsının zekâtını ve topraktan, tarladan, ağaçtan alınan mahsûllerin uşrunu da herhâlde vermek lâzımdır... 
Zekâtı ve fıtraları, İslâmiyyet’in emrettiği kimselere seve seve vermelidir. Akrabâyı ziyâret etmeli, mektupla gönüllerini almalıdır. Komşuların haklarını gözetmelidir. Fakîrlere ve borç isteyenlere merhamet etmelidir. Malı, parayı, İslâmiyyetin izin vermediği yerlere harcamamalı, izin verilen yere de, isrâf etmemelidir. [Ribâdan ya’nî fâizden, kumarlı ve kumarsız oyunlardan sakınmalıdır.] Parayı oyunlara, harâmlara, çalgılara, süslenmeye, gösteriş yapmaya, öğünmeye, mal toplamaya kullanmamalıdır. Bunlara dikkat edince, mal, zarardan kurtulur ve dünyâlıklar, âhıretlik hâlini alır. Belki de bunlara dünyâ denmez. 
İyi biliniz ki, namâz, dînin direğidir. Namâz kılan bir insan, dînini doğrultmuş olur. Namâz kılmayanın, dîni yıkılır. Namâzları, müstehab zamânlarında ve şartlarına ve edeblerine uygun olarak kılmalıdır. Bunlar, fıkıh kitaplarında bildirilmiştir... 

NAMAZA DURUNCA!.. 
Namâzları cemâat ile kılmalı ve birinci tekbîri imâm ile birlikte almaya çalışmalıdır ve birinci safta yer bulmalıdır. Bunlardan biri yapılmazsa, mâtem tutmalıdır. Kâmil bir Müslümân, namâza durunca, sanki dünyâdan çıkıp âhırete girer. Çünkü, dünyâda Allahü teâlâya yaklaşmak, çok az nasîb olur. Eğer nasîb olursa, o da zılle, gölgeye, sûrete yakınlıktır. Âhıret ise, asla yakınlık yeridir. İşte namâzda, âhırete girerek, burada nasîb olan devletten hisse alır... 

Toplam Görüntülenme: 894

Yayın tarihi: Cuma, 16 Mart 2012