Bu sayfayı yazdır

İbrâhim Karamânî

Tâcüddîn İbrâhim Karamânî hazretleri, aslen Manavgatlıdır. Pîrî Halîfe’den zamânın zâhirî ilimlerini öğrendi. Önce Konya’ya, sonra da Bursa’ya gitti ve orada Abdüllatîf Makdisî’nin hizmet ve sohbetinde bulunup, onun teveccühlerine kavuştu. 1467 (H.872) senesinde Bursa’da vefât etti. Kabri, Zeynîler semtinde hocası Abdüllatîf Makdisî’nin yanındadır. 

Tâcüddîn hazretleri bir sohbetinde buyurdu ki: 

“Tesavvufcuların (Üveysî) demeleri, üstâdı yoktur demek değildir. Çünkü, üveysî demek, onun yetişmesinde rûhâniyânın da hizmeti olmuştur demektir. Resûlullaha (sallallahü aleyhi ve sellem) veyâ evliyâdan birine üveysî olmak için, her gün tenhâ bir yerde iki rek’at namâz kılıp, bir Fâtiha okuyarak, sevâblarını onun mübârek rûhuna göndermeli, bir müddet oturup, hep onun rûhunu düşünmelidir. Birkaç gün sonra, onun üveysîsi olur. Resûlullah efendimizin üveysîsi olmak isteyen, yatsı nemâzından sonra, hayâlinde, Resûlullahın iki mubârek ellerini tutup, yâ Resûlallah! Beş şey için sana bî’at eyledim: Bunlar, Kelime-i şehâdet, namâz kılmak, zekât vermek, ramezân ayında oruç tutmak ve yola gücü yetenin hacca gitmesidir demelidir. Birkaç gece böyle yapınca, murâdına kavuşur. Bir velînin üveysîsi olmak için, tenhâ bir yerde, iki rek’at namâz kılıp, sevâbını o velînin rûhuna göndermeli ve rûhunu düşünerek beklemelidir. Ehl-i sünnet i’tikâdında olup ahkâm-ı islâmiyyeye uyan, elbette o velînin üveysîsi olur. İnsanın Allahü teâlânın rızâsına kavuşmasına mâni olan en büyük hicâb, onun nefsidir. Nefsin aradan kalkması kitâb okumakla, işitmekle olmaz. İnsân-ı kâmilin sohbeti lâzımdır. Bu sohbet nasîb olmazsa, uzaklardan kalb ona bağlanırsa, çok sevilirse, onun kalbinden, feyizler, bereketler, muhabbet miktârınca, tâlibin kalbine akarak kemâle kavuşur.” 

Tâcüddîn İbrâhim Karamânî hazretleri, vefatından kısa bir zaman önce buyurdu ki: 

 

NASÎHAT ETMELİDİR... 

“Müslümân olan ve Müslümânları seven bir kimse, bir insandan İslâmiyyete uygun görünmeyen bir söz işitince, bu söyleyeni incelemelidir. Söz sâhibi, sapık ve zındık ise, buna cevâb vermeli, doğrusunu söylemeli, sözüne iyi manâ aramamalıdır. O sözün sâhibi Müslümân ise, Allaha ve Resûlüne îmân etmiş ise, onun sözünü düzeltmeye çalışmalı, iyi manâ vermeye uğraşmalıdır. O söze iyi manâ bulamazsa, söz sâhibinden sormalıdır. O da bulamazsa, kendisine nasîhat vermelidir...” 

Toplam Görüntülenme: 820

Yayın tarihi: Cuma, 15 Haziran 2012