Bu sayfayı yazdır

Dünyâda âfiyet üzere olanlar

Mahmûd Çelebi Osmanlı evliyasındandır. 1531 (H.938) senesinde İstanbul'da Edirnekapı semtinde vefât etti. Seyyid Emîr Ahmed Buhârî'nin sohbet ve hizmetlerine devâm ederek kısa zamanda yüksek derecelere kavuştu. Hocası, onu kızı ile evlendirerek kendisine dâmâd yaptı. Hocasının vefâtından sonra talebelere ders vermeye başladı. Sohbetlerinde buyurdu ki:

Allah adamlarının sohbeti bereketiyle takvâ, zühd, tâat, ibâdet, huzûr ve kalp topluluğu, Allahü teâlâ ile ünsiyet ve yakınlık halleri hâsıl olur. Onların sohbetinde bulunarak bu mânevî nîmetlere kavuşanlar, Allah için sâlihler, sâdıklar ve müttakîler ile bulunanlar dünyâda Allahü teâlânın himâyesinde ve âfiyet üzeredirler. Yâni günahlardan uzaktırlar. Âhirette de oraya mahsus nîmet ve ihsânlara kavuşurlar. Âhiretin dehşetli ve korkulu hallerinden korunurlar. Peygamber efendimiz; "Kim şeref ve izzet sâhibi olmak istiyorsa, zâhidler ve Allah adamları ile bulunsun, Allah için âlimler ve salihler meclisinde otursun. Hakîkî âlimler Allahü teâlâyı âriftirler, onu tanırlar, O'na kulluk vazîfelerini tam olarak yerine getirirler, aslâ nefislerinin isteklerine uymazlar. Onlar öyle kıymetlidirler ki, Allahü teâlâ onları insanlar arasından seçip ayırmış, yüceltmiştir."
Şakâyik-ı Nu'mâniyye'nin müellifi olan Taşköprüzâde, bir gün sohbet esnâsında Mahmûd Çelebiye dedi ki:
"Efendim! Bâzı tasavvuf kitaplarında anlaşılamayan, hattâ görünüş îtibâriyle dînin açık olarak bildirilen hükümlerine aykırı olan kısımlar bulunuyor. Bunları inkâr etmemiz câiz olur mu?"
Mahmûd Çelebi buna cevâben buyurdu ki: 
"O tasavvufî hâller sizde meydana gelinceye kadar inkâr edersiniz. Ama o hâller sizde de meydana gelince, artık inkâr etmenize lüzûm kalmaz. Çünkü o bilgilerin hakîkatte dînimizin hükümlerine aykırı olmadıklarını, öyle anlaşıldığını anlamış olursunuz. Yâni tasavvuf büyüklerinin söyledikleri sözlerden bâzılarının uygun değil gibi görünmeleri, o zâtın yanlış şeyler söylemek istediğinden değildir. Kendisini kaplayan tasavvufî hâl sebebiyle, o hâlde iken anlatmak istediğini, şuuru yerinde olmadığından, uygun olmayan kelimelerle söylemesinden veya hâli ifâde için o anda başka kelime bulamamasındandır. Her hâlükârda tasavvuf büyüklerinin o sözlerinin yanlış bir mânâyı anlatmak için değil, doğru bir şeyi yanlış mânâya gelecek kelimelerle anlattığından yanlış anlaşılabilmektedir."

Toplam Görüntülenme: 833

Yayın tarihi: Çarşamba, 14 Haziran 2017