34 - 93 HARBİNDEN BİR SAYFA

23 Ağustos 1877. Tarihimize 93 harbi olarak geçen Osmanlı-Rus savaşı bütün hızıyla devam ediyor. Ruslar, Doğu Anadolu’ya girmişler, Erzurum’a doğru ilerliyorlardı.Kars’ın Alacabay bayırındaki Türk Ordu karargahındayız. Kumandan çadırının içinde, portatif bir asker karyolası, tahtadan yapılma portatif bir masa ve sandalyeler var. Masanın üzerine bir harita serilmiş, genç bir Paşa (Orgeneral), karşısındaki Mirliva’ya (Tuğgeneral):-Bu harekatı bir an önce yapmağa mecburuz! Diyordu.Bu genç Orgeneral, Ruslara karşı harp etmek için hazırlık yapan 4. Ordu Komutanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Tuğgeneral ise, ordu kurmay başkanı Hüseyin Kazım Paşa idi.

Önce 93 harbinin başlangıcını anlatalım. 24 Nisan 1877’de Rusya’nın Osmanlı devletine savaş ilan etmesinden sonra Rus ordusu, batıda Tuna üzerinden ve doğuda Kars üzerinden saldırıya geçti. Osmanlı genelkurmayı, Ardahan-Kars-Eleşkirt-Doğubayazıt istikametinde 340 kilometrelik bir savunma hattı kurdu. Rus ordusunun 200.000 kişilik mevcuduna karşılık Osmanlı kuvvetleri sadece 52.000 kişi idi. Üstelik Ruslar, demiryolu ile sürekli ikmal yapabiliyorlar, taze kuvvetler getirebiliyorlardı. Türk ordusunun ise Trabzon limanından başka, İstanbul ile bir bağlantısı yoktu. Buradan ancak katır sırtında Erzurum üzerinden ikmal yapılabiliyordu. Savaşın başlangıcında Rusların Kars üzerine yaptıkları hücumlar geri püskürtüldü. Fakat Rus orduları kumandanı Grandük Nikola, mutlaka Kars’ı ele geçirmek istiyordu. Karargahlarını Karayal tepesi arkasına kurmuşlar, birliklerinin bir kısmını da Gedikler köyüne yerleştirmişlerdi. Kuvvetli bir birlik de Kızıltepe’de mevzilenmişti. Esasen iki ordunun böyle burun buruna uzun zaman hareket kalması beklenemezdi. Bu sebeple Ahmet Muhtar Paşa, Ruslardan önce davranmak ve derhal taarruza geçmek istiyordu. Gece bir savaş meclisi toplanacak ve kumandanlara gereken talimat verilecekti. Düşman ordusu pek yakın olduğunda, hazırlıkların görülmesi ve karşı tedbirlerin alınması ihtimali olduğu için, bu toplantının gece yapılması kararlaştırılmıştı. Sonra, Ahmet Muhtar Paşa’nın çadırı Rus ordugahından görülmekte ve sıkı bir gözetlemeye tabi tutulmakta idi. Güneş batmış, sular kararmış, uzaktan kimse kimseyi göremez olmuştu. Tümen ve Tugay kumandanları ile bazı yüksek rütbeli subaylar, kumandanlık çadırının arkasındaki taşlık ve kuytuca bir yerde toplanmışlardı. Bu, çok mühim kararlar verecek olan bir savaş meclisi idi. Ahmet Muhtar Paşa, mumların ışığında toplantıyı açtı. Sesi yok ve ahenkli idi. Harita üzerine hafifçe eğilerek durumu açıkladı. Sonra:-Yarın sabah Gediklerdeki düşman birliklerine karşı taarruza geçeceğiz. Allah bizi muzaffer eylesin! Dedi.Bu arada gerekli talimat ve emirleri verdi. Harita üzerinde ordumuzun durumu ve taarruz edecek kollar tesbit edildi. Bütün hazırlıklar sabaha kadar bitmiş olacaktı.  Kumandanlar da mütalaalarını söylediler. İtiraz eden çıkmadı. Evet, bu taarruz yapılmalı, düşmanın toparlanmasına imkan verilmemeli idi. Son sözü yine Muhtar Paşa aldı:-Bana öyle bir Tugay lazımdır ki, savaşın en kanlı ve şiddetli hücumunu yapacak, Kızıltepe’ye çıkacaktır. Bu Tugay, şehadeti cana minnet bilecektir. Ölüme seve seve, gözerini kırpmadan gidebilecek bir Tugay olacaktır. Ne demek istediğim anlaşılıyor mu?Kumandanlar birbirlerinin yüzlerine baktılar. Paşa, bir gönüllü kıtası değil, ölüm Tugayı, şehitler kıtası istiyordu. Çünkü tepeden yağdırılacak ateş yağmuru altın da bir anda eriyip gidecekti. 4. Ordu’nun, Van’da bulunan 5. Alayının kumandanı olan ve bu savaşta Ardahan- Emiroğlu’ndaki Tugaya kumanda eden Albay Mehmet bey:-Paşa hazretleri, dedi. Kızıltepe’ye hücum edecek Tugay, müsaade ederseniz benim birliklerim olsun. Ben ölümden korkmam, şehadeti cana minnet bilirim. Vatanım ve milletim için gözümü kırpmadan ölüme giderim. Ahmet Muhtar Paşa biraz düşündü. Mehmet Bey’in, Girit savaşlarında cesaret göstermediğine dair bir söylenti çıkmıştı.-Siz Girit savaşlarında bulundunuz mu? Diye sordu.Mehmet Bey, Paşa’nın ne demek istediğini anlamıştı. Demek ki bu asılsız şayialar onun da kulağına gitmişti. Canı fena halde sıkıldı. Hayır, korkak değildi. Cesarette kimseden geri kalmazdı. Bu yalanları düşmanları çıkarmıştı. Paşa’nın karşısına dikildi:-Yarın Kızıltepe’ye yapılacak taarruzu ben idare etmek istiyorum. Ya muvaffak olup Mirlivalığa (Tuğgeneral) terfi edeceğim, veyahut nazarınızın üzerimde görmekte olduğu lekeyi tertemiz kanımla temizleyeceğim. Allah etmesin, muvaffak olmadığım halde sağ olarak geri dönmem benim için mümkün değildir.Kumandanlar heyecanla Mehmet beyi dinliyorlardı. Sesini biraz daha yükseltti:-Muhterem Paşam, bana imkan ve fırsat veriniz. Allah rızası için yalvarıyorum, ateş hattına beni sokunuz.Ahmet Muhtar Paşa ayağa kalktı. Albay Mehmet beyin yanına gitti, elini omzuna koydu.-Mehmet bey, benim zihnimden fena bir  şey geçmedi. Sana güveniyorum. Sende bu iman ve ruh varken yıkılmazsın. Allah yardımcın olsunSonra kararını açıkladı:-Kızıltepe’ye sen hücum edeceksin!25 Ağustos 1877 Cumartesi. Gece yarısından sonra Ordu kumandanının çadırında toplanan savaş meclisinden çıkan Albay Mehmet bey birliklerinin başına döndü. Tabur kumandanlarını topladı ve onlara morallerini yükseltici sözler söyledi, görevlerini ayrı ayrı anlattı ve kendisinin de askerin başında dövüşeceğine yemin etti. Henüz şafak sökmeden tugayını avcı hattına yaydı ve günün ilk ışıkları ile birlikte hücum emrini verdi. Top ve tüfek sesleri birbirine karışıyor, Kızıltepe kan ve ateş içinde yoğruluyordu. Albay Mehmet bey, tepeden yağdırılan kurşun yağmuruna karşı koşuyordu. İki elinde tabanca vardı. Tugay yavaş yavaş eriyor, fakat tepeye yaklaşıyordu. Tam bu sırada Mehmet beyin göğsüne bir kurşun isabet etmiş, al kana boyamıştı. Bunu gören asker duraklar gibi oldu. Mehmet bey:-Moskof’un kurşunu öldürmez. Asker ileri, Allah Allah!Diye bağırarak tekrar ileri atıldı. Düşen düşüyor, kalan kumandanın arkasında koşuyordu. İşte, öldürmeyen Allah öldürmüyordu. Nihayet tepeye çıkmışlardı. Şimdi süngü hücumu başlamıştı. Süngü, Türk’ün elinde şeref kazanır. Ruslar kaçıyorlardı. Fakat iki saat sonra durumun vahametini gören düşman, yeni kuvvetler alarak, kara bulut halinde geri geldi. Mehmet bey ve yiğit askerleri bu kara bulutu da dağıtmışlardı. Akşam olurken Gedikler meydan savaşı bütün cephe boyunca lehimize sonuçlanmıştı. Düşman on bine yakın ölü ve yaralı bırakarak kaçmıştı. Gece vakti, Ahmet Muhtar Paşa, Alacadağ’daki çadırında, yanında kurmay başkanı Hasan Kazım Paşa olduğu halde “Makam-ı Celile-i Askeriyye”ye Gedikler zaferini müjdeleyen telgrafını yazıyordu. Sıra Mehmet beye gelince durdu.-Benim koca aslanım Mehmet! Dedi ve sonra yaverini çağırdı:-Bana Mehmet beyi çağırınız! Emrini verdi. Ona Tuğgenerallik müjdesini şimdiden vermek istiyordu. Bu rütbeye hak kazanmıştı. Biraz sonra göğsü sarılı olduğu halde Mehmet bey geldi. Paşa ayağa kalktı ve Albayın boynuna sarıldı, alnından yanaklarından öptü:-Vatana büyük hizmet etiniz Mehmet bey, şimdi Mirlivalığa terfinizi yazdım. İnşaallah kabul ederler.Dedi. Sonra yarasını sordu. Albayın gözlerinde sevinç gözyaşları boşandı. Sanki on saat önce aslanlar gibi dövüşen, Kızıltepe’de vurulan bir erin süngüsünü kaparak ileriye fırlayan, taşı toprağı yanan tepede göğsünden al kanlar aktığı halde askeri teşvik eden:-Bakın Moskof kurşunu öldürmüyor. İleri asker ileri! Allah Allah!Diye bağıran o değildi. Hiçbir şey yapmamış gibi başını önüne eğmiş, yavaşça Paşa’nın iltifatına sadece teşekkürle iktifa etmişti:-Ben vazifemi yaptım. Fakat bu fırsatı bana siz hazırladınız, imkan verdiniz. Sağ olunuz!Ertesi gün seraskerlik makamından gelen tebrik telgrafında, bu kahraman Albayın Mirlivalığa, yani Tuğgeneralliğe terfi ettiği müjdeleniyordu.Mehmet Paşa çabuk iyileşti. Harp meydanlarında daha birçok muharebe kazandı ve  bu rütbeye layık olduğunu ispat etti.

Toplam Görüntülenme: 2398

Yayın tarihi: Salı, 03 Şubat 2004

Bunları okudunuz mu?