BU DEVLETİN AYAKTA KALMASI İÇİN

Sultan II. Mahmud Han zamanında Harput’ta yetişen büyün alimlerden Abdurrahmân-ı Harpûtî, İstanbul'a gitti ise de bir vazîfe verilmemesi üzerine memleketine döndü. Burada tâliblere ders vermekle meşgûl oldu. Bir müddet sonra tekrar memleketini terk ederek İstanbul'a gitti. Bir gün vakit namazını kılmak için girdiği Ayasofya Câmiinin duvarında asılı bir levhaya gözü takıldı. Levhanın altındaki kâğıtta; "Bu levhadaki ibâreyi, her kim doğru olarak hâllederse, mükâfatlandırılacaktır." yazıyordu. Hemen bir kâğıda ibâreyi bütün kâideleri ile çözen Abdurrahmân-ı Harpûtî, kâğıdın altına "Daha başka mânâların da mevcûd olduğu ibâreden anlaşılmakta ise de, kâğıdım olmadığı için bu kadarıyla iktifâ edilmiştir." diye bir şerh koyarak adını ve adresini yazdı ve tahlilnâmelerin içine bıraktı.

Ertesi gün kâğıtlar sultânın huzûrunda teker teker tetkik edildi. Bu tetkik esnasında Abdurrahmân Efendinin yaptığı tahlilin diğerlerine göre, daha yüksek bilgilerle donatılmış olduğu anlaşıldı ve Abdurrahmân Efendi irâde-i seniyye ile saraya dâvet edildi. Kendisine mesleğinin gereği kıyâfetler giydirilerek sultânın huzûruna çıkarıldı. İkinci Mahmûd Han; "Siz benim hocamsınız." diyerek yanına oturttu ve büyük iltifâtlarda bulundu. Üsküdar'da bir ev verildi ve evlendirildi.Bu sırada Osmanlı Devleti içerisinde yeniçeri isyân ve zorbalıklarının önü alınamaz bir hâle gelmişti. Tâlim ve eğitim kabûl etmiyorlar, savaşa çıkmayı da reddediyorlardı. Kendilerine harp fenlerinin öğretilmesini isteyen din ve devlet adamlarına karşı harekete geçtiler. Bunun üzerine İkinci Mahmûd Han vezirleri ve ulemâ sınıfını toplantıya çağırdı. Abdurrahmân-ı Harpûtî hazretleri de bunlar arasında idi. Yeniçerilerin artan zorbalıklarından bahisle ne yapılması gerektiği soruldu. Mesele son derece nâzikti. Yeniçeriler tekrar isyân ederek devlet ileri gelenlerinin kellelerini istemeye başlamışlardı. Tamâmen bid'at yuvaları hâline gelen bektâşî tekkeleri de kendilerini tahrik ediyordu. Sonuçta ulemâ birlik içerisinde bunların öldürülmeleri câizdir diye fetvâ verdi. Savaşın başlangıcı olmak üzere sancak-ı şerîfin çıkarılması kararlaştırıldı. Fakat sancağı şerîfin açılması çok önemli bir olaydı. Bu işin dönüşü yoktu. Yeniçeriler ile yapılacak mücâdelenin sonu ise kestirilemiyordu. Bu sebepten karar alınmasına rağmen herkeste bir tereddüd vardı. İşte bu devlet adamlarının çekingen ve kararsız hâlleri sırasında Abdurrahmân Harpûtî hazretleri söz aldı."Bu din ve devletin ayakta kalması Allahü teâlânın istediği şeyse yeniçerileri vururuz, yok ederiz. Değilse biz de bu din ile berâber batıp gideriz, daha ne ihtimâl kaldı?" diyerek kalplerdeki şüpheleri giderdi. Herkes tek bilek tek yürek oldu. Nitekim bu inanç ve îmânla harekete geçerek yeniçeri ocağını ortadan kaldırdılar ve bozulmuş bektaşî yuvalarını kapattılar.Kürd Hoca ünvânı ile de meşhûr olan Abdurrahmân-ı Harpûtî hazretleri sonra Şam'a giderek Emevîyye Câmii İmâmı Saîd Efendinin derslerinde bulundu. Ayrıca Nakşibendiyye yolunu Muhammed Sâdık Erzincânî'den öğrenerek icâzet, diploma aldı.Abdurrahmân Efendi 1851 (H.1267) senesinde Üsküdar'daki evinde vefât etti. Karacaahmet mezarlığındaki türbesine defnedildi.

Toplam Görüntülenme: 2440

Yayın tarihi: Salı, 04 Ekim 2005

Bunları okudunuz mu?