Dört Seyfeddîn!..

Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin meşhur talebelerinden olan Seyfeddîn Menârî, o zamanda bulunan himmet ehli velîlerden idi. Bir defâsında şöyle anlattı:

SÂLİHLERİN ZİYARETE GELMESİ
“Eğer insan sıhhatte iken, kalb huzûruna varamayacak ve ondan bir meleke elde edemeyecek olursa, hastalık vaktinde kuvvetler eksilmeye başlayınca huzûru bulmak son derece zor olur. Sâlihlerin böyle hastaları ziyârete gelmesi, hastaya rûhânî bir kuvvet kazandırmak içindir...”
Şâh-ı Nakşibend hazretlerinin, Seyfeddîn isminde dört talebesi vardı. Bunlar; Seyfeddîn Menârî, Seyfeddîn Hoşkan, Seyfeddîn Bâlâhâne ve Seyfeddîn Zerdar idi. Fakat bunlardan biri mahbûb (sevilen), biri makbûl, biri makhûr (kahra uğramış) ve biri de merdûd (kovulmuş) idi. Yukarıda bahsettiğimiz Seyfeddîn Menârî, mahbûb (sevilen) olanı idi.
Seyfeddîn Zerdar; başlangıçta, Şâh-ı Nakşibend hazretlerini severdi. Ticâretle uğraşır, bütün zamânını para kazanmaya sarf ederdi. Bu sebeple kendisinde hasislik alâmetleri başgöstermişti. Bir gün Şâh-ı Nakşibend hazretlerini, talebeleri ile berâber evine yemeğe dâvet etti. Şâh-ı Nakşibend hazretleri dâimâ yemeğin sonunda tatlı veya meyve yerlerdi. Meyvesiz veya tatlısız ziyâfetlere ise, latîfe ederek; “Bu ziyâfetin demi yok” derdi. O gün de yemek yenilip, yemeğin sonunda tatlı veya meyve gelmeyince; Seyfeddîn’e latîfe yollu; “Verdiğin yemek demsiz oldu” buyurdu. Bu söz Seyfeddîn’e çok ağır geldi. İçinden; “Bu kadar ikramda bulunduk. Tatlı olmasa ne olur?” diye geçirdi. Kalbinde Şâh-ı Nakşibend hazretlerine karşı bir soğukluk meydana geldi. Bu hâl, Şâh-ı Nakşibend hazretlerine de mâlûm olunca, üzüldü ve hep parayı hesâb eden bu Seyfeddîn’e; “Nasıl, on iki bin altın sermâyen olsa yeter mi?” buyurdu. 

SOHBETE GELMEZ OLDU!..
Meğer, Seyfeddîn’in bütün maksadı, on iki bin altın sermâye sâhibi olmak imiş. Bundan sonra Seyfeddîn de dünyâ menfaatleri hırsına düşüp, sohbetlere gelmez oldu... Bir gün bu Seyfeddîn’i bir kervan ile giderken, konakladıkları çimenlik ve yeşillik üzerinde yuvarlanırken görmüşler. Dünyâ malına düşkün olmak hâli onu o kadar kaplamış ki, hem yuvarlanıyor, hem de; “Oh! Oh! Birisine bağlanmamak ne tatlı, ne tatlı!” diye bağırıyormuş. Hâce Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri: “Bu Seyfeddîn ne nasîbsiz kimseymiş. Hâce Behâüddîn gibi bir zâtın sohbetlerinden ayrılıyor da, bundan zevk alıyor. Böylelerine yazıklar olsun!” buyurdu.

Toplam Görüntülenme: 1251

Yayın tarihi: Cumartesi, 22 Ocak 2011

Bunları okudunuz mu?