öl Dedi Öldü diril Dedi Dirildi
NAMAZDAN TAT ALMAK İÇİN...Gaflete dalmadan yapılan ve Allahü teâlâyı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden hayır meydana gelir. İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede ve içmede bu husûsa dikkat etmediklerinden ve ihtiyatsızlıktandır. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşû' ve hudû' hâlinde bulunmak, zevkle ve gözyaşı dökerek namaz kılabilmek, helâl lokma yemeye, Allahü teâlâyı hâtırlayarak yemeği pişirmek ve yemeği Allahü teâlânın huzûrunda imiş gibi yemeye bağlıdır. Vücûduna haram lokma karışmış bir kimse, namazdan tat duymaz."
Sâdık müridlerinden biri olan Muhammed Zahid ile birlikte bir iş için ellerinde baltaları olduğu halde dağa çıkmışlardı. Orada baltalarını bir kenara bırakarak sohbete daldılar. Sohbet o kadar ilerledi ki, her şeyi unutmuşlar, zaman da hayli ilerlemişti. Sonunda söz "Kulluk ve feda" (Allah'a kulluk ve yolunda kendini feda) konusuna geldi. Muhammed Zahid, Şah-ı Nakşibend hazretlerine:
- Netice olarak feda nedir? diye sordu.
Nakşibendi hazretleri:
- Eğer dervişe "öl" denirse hemen ölmesidir, buyurdular.
RUHUNU TESLİM ETTİ!..
Sonra kendisinde öyle bir hal zuhur etti ki, Muhammed Zahid'e dönerek:
-"Bi mir-Öl!" buyurdu. Mürid Muhammed Zahid hemen düşüp ruhunu teslim etti. Ayakları kıble tarafına, sırtüstü olduğu halde güneşin o müthiş harareti altında saatlerce cansız olarak kaldı. Hatta öyle oldu ki güneşin harareti yüzünü, artık karartmaya başlamıştı. Şah-ı Nakşibend hazretleri burasını şöyle anlatmaktadır:
"Onun ruhunu teslim etmesine epeyce üzül-müştüm. Orada hayretler içinde düşünceyle oturduğum ağacın dibinden kalkarak, onun yanına vardım. Hayretim daha da artmıştı. Bu hayret içerisinde içime ilham geldi. Üç kerre (Ya Muhammed zinde şev=Ey Muhammed. Diril!) dedim. Derhal canlılık alâmetleri görülmeye, hareketlenmeye başladı. Çok geçmeden de evvelki hâline döndü..."