1001 Osmanlı Hikayesi • 09.01.2004
{mosimage}Yemen fatihi Koca Sinan Paşa, üçüncü defa sadrazam olmuştu. Ömrü harp meydan ların da geçmiş olan bu ihtiyar vezir,
-Yâ Rabbi! Bana bir zafer daha kazandırmadan canımı alma!
Diye dua ediyordu. Yaşı doksana varmış olmasına rağmen hâlâ dinç ve azimli idi. Bu günlerde Bosna valisi Hasan Paşa'nın, Avusturya sınırına yaptığı bir akında kendisi ile birlikte birçok akıncı şehid düşmüştü. Avusturya imparatoru 2. Rudolf, şeir meydanlarına Türk çanı koydurmuş, sabah, öğle ve akşam saatlerinde çaldırarak halkı kiliselere dolduruyor ve Türk akıncılarının şerlerinden koruması için dua etmelerini emrediyordu.
1001 Osmanlı Hikayesi • 31.12.2003
Sen gittin ey Osmanlı, âlemden elem kaldı
Altın kubbelerinden geride alem kaldı
Söğüd'ün yaylasını uzattın Viyana'ya
Çizdiğin haritadan elimde kalem kaldı
1001 Osmanlı Hikayesi • 01.01.2004
Osmanlı devletinin kuruluş seneleri. Orhan Gazi devri. 1328 yılı sonbaharı. Orhan Gazi, silah arkadaşları Akçakoca Gazi, Kara Mürsel Gazi ve Abdurrahman Gazi gibi bahadırları, İzmit ve daha sonra oradan Üsküdar'a kadar olan toprakların fethine memur etti. Akçakoca Gazi bir avuç kahramanla İzmit'i aldıktan sonra Abdurrahman Gazi'yi Üsküdar'a kadar olan kalelerin fethi için ileri gönderdi. Bu kalelerden en muhkem olanı, bugünkü Kartal - Maltepe yakınlarındaki Aydos kalesi idi.
1001 Osmanlı Hikayesi • 10.01.2004
Bir gün cihân pâdişâhı Sultan Mehmed bin Sultan İbrâhim Hanın çuhadarlarından Kara Mehmed isminde birinin dizlerine sızı inip, kötürüm oldu. Pâdişâh, hekim başısı Sâlim Efendiye;
"Şu çuhadarımız iyi olmalıdır." diye tenbih etti. Sâlim Efendi bu ferman üzerine çuhadar efendi ye çeşitli ilaçlar tatbik etti ise de fayda vermedi. Saray hekimleri ve şehirdeki diğer tabibler ona faydalı ilaç bulamadılar. Pâdişâh bir gün çuhadarının yattığı odayı teşrif ettiler, hâlini sordular ve;
1001 Osmanlı Hikayesi • 05.01.2004
Birinci Kosova savaşı ile büyük bir hezimete uğrayan haçlılar, bunun acısını çıkarmak için yedi yıl boyunca uğraşarak büyük bir ordu daha kurdular ve 1396 yılı yaz aylarında Macaristan'dan yola çıkan kalabalık haçlı ordusu 9 Eylül günü Tuna boyunda ki Niğbolu kalesi önlerine geldi. Sayıları öyle çoktu ki, ordugâhlarında, "Gök yıkılsa mızraklarımızla tutarız" sözleri işitiliyordu. Fransız, İngiliz, İskoç, Alman, Avusturya, Venedik, Ulah gibi Avrupa'nın en kuvvetli devletlerinin asilzadeleri kumandasındaki bu son derece kalabalık ordu, bu sefer Osmanlıları mağlup edip, kesin olarak Balkanlardan atacaklarından gayet emin görünüyorlardı. Niğbolu kalesi kumandanı Doğan Bey, yanındaki üç bin askerle, ikiyüz bin kişilik orduya karşı nasıl başedeceğini düşünüyor ve çareler arıyordu. Bu sırada Fransız birliklerinin kumandanı Mareşal Busiko kaleye bir elçi göndererek teslim olmalarını istedi ve,
1001 Osmanlı Hikayesi • 02.01.2004
Tarihimizdeki en büyük felaketlerden biri de Balkan savaşıdır. Balkanlarda Osmanlı devleti aleyhine kurulan ittifakı haber almasına rağmen, iktidardaki İttihad ve Terakki hükûmeti, Trakya'daki birlikleri, orduda yeni bir teşkilatlanma bahanesiyle terhis etmiş, sadece subay kadrosu kalmıştı. Bunu fırsat bilen Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ 8 Eylül 1912'de Osmanlı devletinin Balkanlarda son kalan topraklarına saldırdılar. Devlet alelacele seferberlik ilan etti ise de hızlı davranan Bulgar ordusu bir ay içinde Lüleburgaz'a kadar ilerledi. Edirne kahramanca direniyordu. Şükrü Paşa her türlü zorluğa rağmen Bulgarlara şehri teslim etmedi.
1001 Osmanlı Hikayesi • 03.01.2004
Yıl bin dört yüz elli üç, mevsim bahar, ay Nisan
Geldi Bizans önüne genç Padişah Mehmed Han
İstanbul önlerinde kurdu karargahını
Ümit ve iştiyakla sürüyordu atını
1001 Osmanlı Hikayesi • 04.01.2004
2 Haziran 1916'da Kolağası (Yüzbaşı) Mehmet Tevfik, Çanakkale harbinde bir İngiliz mermisi ile yaralanmış ve şehid olmadan önce şu mektubu yazmıştır:
Sebeb-i hayatım, feyz-i refikim
Sevgili babacığım, valideciğim;
Arıburnunda ilk girdiğim müthiş muharebe de sağ yanımdan ve pantolonumdan hâin bir İngiliz kurşunu geçti. Hamdolsun kurtuldum. Fakat, bundan sonra gireceğim muharebeler den kurtulacağıma ümidim olmadığından, bir hatıra olmak üzere şu satırları yazıyorum.
1001 Osmanlı Hikayesi • 06.01.2004
1540 senesi Haziran ayının bir akşamıydı. Korsika adasının Gareletta limanına ufacık bir Türk filosu demir atmıştı. Beş parça gemiden oluşan filonun kumandanı Turgut Reis'di.
O zamanlar Turgut Reis'in şöhreti bütün Akdeniz yalılarını tutmuş, İspanya sahillerinin güzel kızları, Kapitan Dragot dedikleri, yaşı elliyi geçmiş bu Türk kahramanı için şarkılar söylemişlerdi. Bir kez mağrip sularına yelken açtı mı, Akdeniz sahillerini korku ve dehşet alır, İtalyan limanlarında "Kapitano Dragot geliyor!" cümlesi duyuldu mu, o ünlü denizciler kaçacak yer ararlardı. Kanuni'ye rağmen kendini Avrupa nın en büyük hükümdarı olduğunu iddia eden Şarlken, bu korkuya bir son vermek için:
-Akdeniz'in huzuru için bu müthiş Türk'ü denizlerden uzaklaştırmalı, diyordu.
1001 Osmanlı Hikayesi • 07.01.2004
Cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın fethederek yadigar bıraktığı Bağdad, 89 yıl sonra İran'ın eline geçti. Bu sırada Osmanlı devletinin başında, henüz 12 yaşında bir çocuk olan 4. Murad bulunuyordu. Annesi Kösem Sultan, Vezir-i Azamlığa Hâfız Ahmed Paşa'yı tayin etmiş ve Serdar-ı Ekrem, yani başkumandan vazifesini de vererek, Bağdad'ı İran'ın elinden kurtarmak üzere sefere göndermişti. Hafız Ahmed Paşa, 29 Mart 1626'da kalabalık bir kuvvetle Bağdad kalesi kapılarına dayandı. Ancak bütün hücumları boşa çıkıyor, bir türlü kaleyi zaptetemeye muvaffak olamıyordu. Bu başarısızlığını, padişahın, Bağdad gibi çok mühim bir şehrin ehemmiyetini kavrayamadığı için, kendisine yeteri kadar asker vermemesine bağladı ve görünüşte kendi kendini eleştiren, fakat gerçekte padişahı tenkit eden bir şiir yazarak gönderdi: