5 - Doğan Bey Ve Yildirim Bayezid

5 - Doğan Bey Ve Yildirim Bayezid

-Eğer canınız tatlı ise bugün kalenin anahtarını veriniz. Artık hükümdarınızın da bu kaleye pek ihtiyacı kalmayacaktır. Çünkü bir daha Rumeli'ye gelemeyecektir. Belki bir ay sonra Bursa'da zafer alayları tertip edeceğiz, dediler.

Doğan Bey sözlere şu şekilde karşılık verdi:

-Kosova'yı unutmuşa benzersiniz. Biz aynı sözleri orada da işittik. Benim verecek bir karış toprağım yoktur. Bu beden ayakta kaldıkça, bu kale bizimdir.

Fakat Doğan Beyin gözüne uyku girmiyordu. Eğer Niğbolu düşerse, Haçlılar kolayca Edirne'ye kadar gelirler ve Yıldırım Bayezid daha Rumeli'ye geçemeden onlar Anadolu'ya çıkarlardı. Bu yüzden mümkün olduğu kadar zaman kazanması lazımdı. Hemen silah arkadaşlarını topladı ve onlarla istişare etti. Hepsi de topluca düşmana saldırıp, dövüşe dövüşe şehid olmayı teklif ediyorlardı. Fakat Doğan bey:

-Şehid olmak murad-ı ilahidir. Bundan kaçan kim? Fakat bizim vazifemiz, Bayezid bey gelinceye kadar dayanmaktır. Biz burada bir sed vazifesi yapıyoruz. Eğer sed yıkılırsa, çılgın bir nehir halindeki küffar ordusu soluğu Edirne'de alır. Bundan sonrası da felaket olabilir. Hemen birisi, kaleden gece yarısı çıkacak ve Padişahımıza, bizim durumumuzun gayet iyi olduğunu ve düşmanı en az bir oyalayabileceğimizi, bu tarafdan bir endişesini olmamasını bildirecek.

Hemen o gece bir bahadır kaleden aşağı indirildi. Gizlice düşman saflarının arasından geçerek yakındaki bir köye ulaştı. Oradan bir at temin etti ve kısa zamanda Yıldırım Bayezid'e haberi ulaştırdı. Bu sırada Osmanlı ordusu da Edirne yolunda idi. Bu haber üzerine Yıldırım Bayezid, orduyu daha hızlı yürüyüşe geçirdi. Fakat içi rahat değildi. Niğbolu'ya bir an önce ulaşmak istiyordu. Kale ne kadar dayanırsa dayansın, geç kalınırsa düşebilirdi. Ordu Edirne'yi geçtikten sonra bir gece âni bir karar vererek atına atladı ve yanındakilere:

-Niğbolu'ya gidiyorum. Kalenin hali nicedir, bilmek isterim. Ona göre harp planında değişiklikler yapmam icabedebilir, dedi.

Veziri azam Çandarlı Ali Paşa buna mani olmak istiyor, padişahın böyle tek başına düşman hatlarına girmesinin tehlikelerini söylüyordu. Fakat Yıldırım Bayezid atını mahmuzlamış ve adına yakışır bir şekilde yıldırım gibi koşturuyordu.

Kuşatma onsekizinci gününe gelmiş, kalede yiyecek ve su tükenmişti. Buna rağmen Doğan bey hergün kaleden huruç hareketi yapıyor ve düşmana zayiatlar verdiriyordu. Fakat bu kalabalık orduya karşı daha fazla dayanabilmek mümkün değildi. Askerin üçte biri kırılmış, ikibin kişi kalmışlardı. Bunların da harbedecek mecali kalmamıştı. Herkes Yıldırım Bayezid'in kısa zamanda buraya yetişemeyeceğini ve toplu halde helak olacaklarına inanmaya başlamıştı. Doğan bey, askeri topladı. Kararını vermişti. Teslim olmayacaklardı. Yarın bütün kuvvetlerle son hücumu yapacaklar ve dövüşe dövüşe şehid olacaklardı.

-Gazilerim, ordumuzun buraya doğru hareket ettiğine dair bir haber alamadık. Fakat her halde yoldadır. Keşke birkaç gün daha dayanabilsek. Düşman yarın kaleye tekrar saldıracak. Bu belki bizim için son, fakat şerefli bir mücadele olacak. Ettiğiniz yemini size tekrar hatırlatıyorum. Ölünceye kadar beraber miyiz?

Bütün asker hep bir ağızdan:

-Ölünceye kadar beraberiz.

-O halde gazilerim, birbirimizle helallaşalım. Hem, Allah'dan ümit kesilmez. Sultan Bayezid belki bizi unutmamıştır.

Doğan bey askerlerine yarınki muharebe için istirahat etmeleri emrini verdikten sonra kale burçları üzerine çıktı. Gözleri uzaklarda idi. Ah, Yıldırım Bayezid bir gelebilse idi. Tam bu sırada, duvarlardan duvarlara çarparak akisler yapan gür bir ses işitildi:

-Bre Doğan!.. Bre Doğan!..

Doğan bey bu sesi tanır gibi oldu, fakat ihtimal veremiyordu. Kısa bir tereddüt geçirdi. Evet o. Bu ses Yıldırım Bayezid'in sesi idi. Kulaklarına inanamıyordu. Heyecandan titriyordu. Gözlerinde sevinç yaşları tanelendi. Surlardan aşağı baktı. Karanlıkta bembeyaz bir at üzerinde, heybetli bir süvarinin gölgesini gördü. Hemen seslendi:

-Kimsiz?

Gür bir ses cevap verdi:

-Biz Sultan Bayezid'iz.

Padişah kaleye gerekli talimatları verdikten sonra geldiği gibi yine yıldırım hızıyla geriye döndü. Düşman nöbetçileri bir süvarinin muhasara hattının bir yerinden geçtiğini görmüşler, fakat kendisine yetişememişlerdi. Yıldırım Bayezid, büyük bir süratle Niğbolu'ya doğru gelmekte olan orduya, sabaha karşı yetişti. Ertesi gün, Osmanlı tarihinin en büyük zaferlerinden biri bu kale önünde kazanılıyordu. Kendisinden birkaç misli kalabalık haçlı ordularını birkaç saat içinde imha eden Osmanlı ordusu, Avrupa'ya öyle bir ders verdi ki, 50 yıl boyunca bir daha Osmanlı topraklarına saldırmaya cesaret edemediler.

Dünyâ Dedikleri Bir Hiçten Ibârettir

Vehbi Tülek

Açlık Nûr, Tokluk Ateş Şehvet Ise Odundur!

Vehbi Tülek

Artık O Mescidlere Gidip Gelen Kalmamıştır

Vehbi Tülek

Hasımlar Bizi Tâciz Etti Ancak Biz Onları Rahatsız Etmeyiz!

Vehbi Tülek

İnsan, Açlık Ile Tokluk Arasında Yemeli!

Vehbi Tülek