76 - İstanbul'un Manevi Fatihi

76 - İstanbul'un Manevi Fatihi
Fâtih Sultan Mehmed Han, İstanbul önlerinde ordugâhını kurduktan sonra, düşmana önce İslâmı tebliğ etti. İslâmiyetin emri olan hususları bildirdi. Fakat, Bizanslılardan red cevabı alınca, şehri kuşatmaya başladı. Kuşatmanın uzaması ve bir netice elde edilememesi bâzı devlet adamlarını ümitsizliğe düşürdü. Bunlar şehrin alınamayacağını, üstelik bir Haçlı ordusunun Bizans'ın imdâdına koşacağını sanıyorlardı. Bütün bu olumsuz propagandalara karşı orduda pâdişâhı ve askeri fethe karşı gayrete getiren bir din büyüğü vardı; Akşemseddin. O, şeyhi Hacı Bayram-ı Veli'nin; "İstanbul'un fethini şu çocukla bizim köse görürler!" sözünü biliyor ve tahakkuk edeceğine kalpten inanıyordu.Muhâsaranın devâm ettiği bir sırada Avrupa'dan asker ve erzak getiren gemiler, Osmanlı donanmasının müdahalesine rağmen şehre girmeye muvaffak oldu. Kâfirler görülmemiş şenlikler yaparken, Müslümanlar üzüntülü idi. Pâdişâha gelen bâzı devlet adamları;"Bir sofunun (Akşemseddin) sözüyle bu kadar asker kırdırdın ve bütün hazineyi tükettin. İşte Frengistan'dan kâfire yardım geldi. Fethetmek ümidi kalmadı." dediler.Bunun üzerine Sultan Mehmed Han, veziri Veliyüddin Ahmed Paşayı Akşemseddin'e göndererek;"Şeyhe sor, kal'a feth olmak ve düşmana zafer bulmak ümidi var mıdır?" dedi. Buna Akşemseddin hazretleri şöyle cevap verdi:"Ümmet-i Muhammed'den bu kadar müslüman ve gâziler bir kâfir kâlesine doğru hücum ederse, inşâallahü teâlâ feth olur."Sultan Mehmed Han, umûmi cevapla yetinmeyip, Veliyüddin Ahmed Paşayı tekrar Akşemseddin'e gönderipVaktini tâyin etsin." dedi. Akşemseddin murâkabeye daldı. Başını eğip, Allahü teâlâya yalvardı. Mübârek yüzü terledi. Sonra başını kaldırarak;"İşbu senenin Cemâziyelevvel ayının yirminci günü, seher vaktinde, inanç ve gayretle filan taraftan yürüsünler. O gün feth ola. Kostantiniyye'nin içi ezan sesiyle dola!" dedi. Ayrıca genç pâdişâha bir mektup gönderdi. Mektubunda;"Kul tedbir alır, Allahü teâlâ takdir eder kaziyesi, delili sâbittir. Hüküm Allahü teâlânındır. Velâkin kul, elinden geldiği kadar gayret göstermekte kusur etmemelidir. Resûlullah'ın ve Eshâbının sünneti budur." diyordu.Böylece Akşemseddin hazretleri bir taraftan İstanbul'un fethi hakkında yeni müjdeler veriyor, diğer yandan da ne şekilde davranılması husûsunda pâdişâha tavsiyelerde bulunuyordu.Nihâyet Akşemseddin hazretlerinin tâyin eylediği gün ve saat doldu. Sultan Mehmed Han ordunun başına geçerken, hocası Akşemseddin'den okumak için bir duâ istirham etti. Bunun üzerine Akşemseddin;"Yâ Fakih Ahmed!" diyerek himmet taleb eyle!.. Onu vesile kılarak Allahü teâlâya tazarru ve niyâz eyle." buyurdu. Sonra çadırına giren Akşemseddin hazretleri yanına hiç kimseyi koymamalarını istedi ve kapılarını iyice kapattırdı.Yeniçeriler, azablar, dalkılıçlar, serdengeçtiler, akıncılar, gönüllüler, erenler, evliyâlar Sultan Mehmed Hanın buyruğuyla İstanbul üzerine akıyorlardı. Mehmed Han bu sırada hocası Akşemseddin'in yanında olmasını arzuladı ve haber gönderdi. Gelmeyince Akşemseddin'in bulunduğu çadıra gitti. Çadırın her tarafı iyice kapatılmıştı. Fâtih Sultan Mehmed Han çadıra yaklaşıp, hançerini çıkardı. Hançerle çadırdan biraz keserek, içerisinin görülebileceği kadar bir delik açtı. İçeri bakınca, hocası Akşemseddin hazretlerini kuru toprak üzerinde secdeye kapan mış, başından sarığı düşmüş, ak saçı ve ak sakalı nûr gibi parlıyor gördü. Ak saçını ve ak sakalı nı toprağa sürüp, saçını sakalını toprak içinde bırakmıştı. Bu hâli ile İstanbul'un fethinin gerçek leşmesi için Allahü teâlâya yalvarıp duâ ediyor, gözyaşı döküyordu. Fâtih Sultan Mehmed Han, hocası Akşemseddin'in Allahü teâlâya yalvarıp, duâ etmekte olduğu bu yüksek hâlini görünce, doğruca yerine döndü. Kaleye bakınca surlara tırmanan İslâm askerinin yanında ve önünde ak abalı bir topluluğun da hisara girmekte olduğunu gördü. Az sonra fethin askeri de surları geçip şehre girdi. Böylece İstanbul'un fethi ve Peygamber efendimizin büyük mûcizesi gerçekleşti.Akşemseddin, fetih ordusu İstanbul'a girdikten sonra, İslâmiyet'in harp ile ilgili hukûku nun gözetilmesini genç pâdişâha tekrar hatırlattı. Buna uygun hareket edilmesini bildirdi.İstanbul sabah sekiz sıralarında fethedilmişti. Fâtih Sultan Mehmed ise şehre öğle saatlerinde Topkapı'dan girdi. Beyaz bir at üzerinde idi. Muhteşem bir alayla ve alkışlar içinde ilerleyerek, Ayasofya'ya doğru yol aldı. Zulümden ve haksızlıktan bıkmış olan Bizans halkı yeni bir bekleyişin içinde idi. Fâtih geçtiği sokakları, caddeleri, evleri dikkatle gözden geçiriyordu. Yanında ileri gelen kumandanlarıyla vezirlerinden başka, Molla Gürâni, Molla Hüsrev, Akşemseddin ve Akbıyık Sultan gibi âlimler ve veliler topluluğu da bulunuyordu. Yerli halk yolları doldurmuştu. Fâtih Sultan Mehmed çok genç olduğu için, herkes Akşemseddin'i pâdişâh sanıyordu. Ona, demet demet çiçek veriyorlardı. Akşemseddin'in, genç pâdişâhı göstererek;"Sultan Mehmed ben değilim, odur." sözüne karşılık;Sultan Mehmed de;"Gidiniz, yine ona gidiniz. Sultan Mehmed benim, ama o benim hocamdır. Şehrin mânevi fâtihidir." diyordu.Fâtih Sultan Mehmed Han İstanbul'a girdikten sonra, hocası Akşemseddin üç gün gözden kayboldu. Bütün aramalara rağmen bulamadılar. Üç gün sonra, Edirnekapı yakınlarında virâne bir yerde ibâdetle meşgûl olarak buldular. O zamandan beri bu yere, onun ismine izâfeten "Akşemseddin" mahallesi denildi. Fâtih Sultan Mehmed Han, fethin üçüncü günü Ayasofya'ya gidip, orayı câmiye çevirdi. Ayasofya'yı câmiye çevirmesi, Bizanslılar ile yapılan bir anlaşmaya bağlanmıştı. Burada ilk hutbeyi, Akşemseddin okudu. Okmeydanı'nda bir zafer alayı tertiplenmişti. Orada Akşemseddin de vardı. Akşemseddin gâzilere bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında;"Ey gâziler, bilin, âgâh olun ki; cümleniz hakkında, âhir zaman Peygamberi ol Server-i kâinât; "Onlar ne güzel askerdir." buyurmuştur. İnşâallah cümlemiz affedilmiş oluruz. Fakat gazâ malını isrâf etmeyip, İstanbul içinde hayr-ü-hasenâta sarf ve pâdişâhımıza itâat ve muhabbet ediniz." diye nasihatte bulundu. Sonra, Fâtih Sultan Mehmed Hanın başına iki çatal ablak sorguç takıp;"Pâdişâhım, bütün Âl-i Osman'ın âb-ı rûyu oldun. Hemen mücâhid-i fi sebilillah ol!.." diyerek, Gülbank-i Muhammedi çekti.Akşemseddin hazretlerine; "İstanbul'un fethedileceği zamânı nasıl bildin?" diye sorulunca, şöyle cevap verdi;"Kardeşim Hızır ile, ilm-i ledünniyye üzere İstanbul'un fetih vaktini çıkarmıştık. Kale fethedildiği gün, Hızır'ın, yanında evliyâdan bir cemâatle hisara girdiğini gördüm. Kale fetholunduktan sonra da, Hızır kardeşimi kalenin üzerine çıkmış oturur hâlde gördüm."Fâtih Sultan Mehmed Han, fetihden sonra hocası Akşemseddin'e, son taarruzun başladığı sırada; "Yâ Fakih Ahmed" diyerek Fakih Ahmed'den himmet taleb etmesini söylediğini hatırlatarak;"Fakih Ahmed kimdir ki; tazarru ve niyâz eyledim? Himmetini istedim? Allahü teâlâyı tazarru etmiş olsa idim evlâ değil mi idi?" diyerek, sebebini sordu. Hocası Akşemseddin bu suâle;"O sırada Fakih Ahmed, kutb, sâhib-i tasarruf idi." cevâbını vererek, Allahü teâlânın yardımını, onun vâsıtasıyla ve onun bereketi ile gönderdiğini ve onun da himmet ettiğini söylemiştir. Akşemseddin hazretlerinin "Fakih Ahmed" dediği kendisi idi. Fakat tevâzuunun çokluğundan şöhretten kaçıp, kendisini gizleyerek böyle konuşmuş, gâyet ârifâne bir tavır takınmış olduğu rivâyet edilmiştir.Bir gece Fâtih Sultan Mehmed Han, Akşemseddin hazretlerinin ziyâretine gitti. Fâtih, sohbet sırasında bir ara Akşemseddin'e;"Hocam!Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden, mihmandâr-ı Resûlullah olan Ebû Eyyûb-i Ensâri'nin mübârek kabrinin İstanbul surlarına yakın bir yerde olduğunu târih kitaplarından okudum. Yerinin bulunması ve bilinmesini bilhassa ricâ ederim." dedi. O zaman Akşemseddin hemen;"Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nûr görüyorum. Orada olmalıdır." cevâbını verdi. Derhâl pâdişâhla oraya gittiler. Akşemseddin hazretleri, oradaki bir çınardan iki dal aldı. Birini bir tarafa, diğerini az öteye dikti ve;"Bu iki dal arası, Mihmandâr-ı Resûlullah'ın kabridir." buyurdu. Sonra, kaldıkları yere döndüler. Fâtih Sultan Mehmed Han, Akşemseddin'in söylediğine inandıysa da, hiç şüphesi kalmasın istiyordu. O gece silâhdârına;"Gidin, Akşemseddin'in diktiği çınar dallarının ortasına şu mührümü gömün ve o dalları yirmişer adım güney tarafına çekin." dedi. Sabah olunca Sultan Fâtih, Akşemseddin'den, hazret-i Hâlid'in kabrinin yerini tekrar tâyin etmesini ricâ etti, tekrar gittiler. Akşemseddin silahdarın diktiği dalların dikildiği yere bakmadan doğruca gidip eski yerde durdu ve;"Dalların yeri değiştirilmiş, hazret-i Hâlid buradadır." dedi ve sonra silâhdâr ağasına hitâben;"Sultân hazretlerinin mührünü çıkarın ve kendisine teslim edin." dedi. Akşemseddin hazretleri, silâhdâr ağanın gizlice gömdüğü pâdişâh yüzüğünün de orada olduğunu kerâmetiyle anlamıştı.Bunun üzerine Fâtih, Akşemseddin'e;"Kalbimde hiç şüphe kalmadı. Ama tam inanmam için bir alâmet daha gösterir misiniz?" dediğinde, Akşemseddin:"Kabrin baş tarafından bir metre kazılınca, üzerinde; "Bu Hâlid bin Zeyd'in kabridir." yazılı bir taş vardır." dedi. Kazdılar, Akşemseddin'in dediği gibi çıktı. Bu hâli gören Sultan Fâtih'in vücûdunu bir titreme aldı. Bu hâl geçince Fâtih; "Zamânımda Akşemseddin gibi bir zâtın bulunmasından duyduğum sevinç, İstanbul'un alınmasından duyduğum sevinçten az değildir." diye şükr etti.Fâtih Sultan Mehmed Han, Ebû Eyyûb Ensâri'nin kabr-i şerifinin üzerine bir türbe ve Akşemseddin ile talebelerine mahsus odalar, bir de câmi-i şerif yaptırdı. Akşemseddin'den orada oturmalarını ricâ etti. Fakat o, bu teklifi kabûl etmeyerek, memleketi olan Göynük'e döndü.Akşemseddin hazretleri Göynük'e geldikten sonra yine talebe yetiştirmeye ve insanları irşâda başladı. Sultan Fâtih'le ilgisini kesmeyip zaman zaman Edirne'ye ve İstanbul'a geldi ve pâdişâhı ziyâret etti. Gönderdiği mektûblarla ikaz ve tavsiyelerde bulundu. Bir mektubunda Fâtih'e şöyle nasihat etmektedir:"Bir dünyevi râhat ve cismâni lezzete, bir de uhrevi rahat ve rûhâni lezzete dayanan iki türlü hayat tarzı vardır. Birincisi ikinciye bakarak değersiz ve geçicidir. Şu halde ona iltifât etme. Esâsen peygamberlere, velilere, halifelere rahat değil, cefâlar ve müşkiller lâyıktır. Sen de onların yolundasın. Nasibinden elem değil zevk duy... Sen herhangi bir insan gibi değilsin, memleketin durumu, senin durumuna bağlıdır. Bedende görünen her şey ruhun eseri olduğu gibi, memlekette meydana gelen şeyler de Fâtih'in eseri olacaktır. Çünkü bedene oranla ruh ne ise, memlekete oranla sultanlar da aynı şeydir."Akşemseddin Göynük'te 1459 (H.863) yılına kadar yaşadı. Pâdişâhın kendisine gönderdiği bütün ihsan ve hediyeleri hayır işlerinde kullanmak üzere vakıflar kurdurdu. Bir taraftan da oğullarının terbiyesi ile meşgul oldu.Birgün küçük oğlu Hamdi Çelebi ile meşgûl olurken;"Bu küçük oğlum yetim, zelil kalır; yoksa bu zahmeti, mihneti çok dünyâdan göçerdim." deyince, hanımı;"A efendi! Göçerdim dersin yine göçmezsin." dedi.Bunun üzerine Şeyh hemen:"Göçeyim." deyip, mescide girdi. Evlâdını topladı. Vasiyetnâmesini yazdı. Helâllaştı, vedâ eyledi. Yâsin sûresi okunurken sünnet üzere yatıp rûhunu teslim eyledi. Göynük'teki târihi Süleymân Paşa Câmiinin bahçesine defn edildi. Daha sonra oğullarının kabri ile berâber bir türbe içine alındı.Akşemseddin, birçok talebe yetiştirmiştir. Bunlar arasında zâhiri ve bâtıni ilimleri çok iyi bilen yedi oğlu da vardı. Oğulları şunlardır: Muhammed Sadullah, Muhammed Fazlullah, Muhammed Nûrullah, Muhammed Emrullah, Muhammed Nasrullah, Muhammed Nûr-ul-Hudâ ve Muhammed Hamidullah. Meşhûr halifeleri ise: Muhammed Fazlullah, Harizatü'ş-Şâmi Mısırlıoğlu, Abdürrahim Karahisâri, Muslihuddin İskilibi ve İbrâhim Tennûri'dir

Tevekkül Eden Kimse Cömert Olur

Vehbi Tülek

Felsefecileri Kerpiçle Susturan Zat!

Vehbi Tülek

Ağlayıp Sızlamak, Derdi Belâyı Geri Çevirmez

Vehbi Tülek

Hanefî Mezhebinde Namazın Sünnetleri

Vehbi Tülek

Fakirlik Korkusu Olan Şeytana Itâat Eder

Vehbi Tülek