İkinci derecedeki kumandan ve paşaların karargah olarak kullandıkları binaya yerleşmiş ve o paşalar gibi bu nefer beye emir eri tahsis edilmişti. Nefer (er) Talat bey, kumandanların sofralarında oturuyor ve adeta bir nefer paşa muamelesi görüyordu. Bu adamın faaliyetleri hakkında her gün rapor alıyordum. Askeri harp etmemeye teşvik ediyor ve bilhassa Anadolu'dan gelen erlere, Rumeli'nin kendi vatanları olmadığından bahsediyordu. O sırada düşman ordusu Edirne'yi muhasara etmek üzereydi. Böyle bir fesada daha fazla tahammül edilemezdi. Talat beyi çağırdım. Karşımda askeri vaziyet alan nefer elbiseli bozguncuya: "Bey oğlum!" diye hitap ederek yaptığı menfi propagandayı anlattım. Bu hale bir dakika daha tahammül edemeyeceğimi, Edirne'de kalırsa kendisini idam ettirmek zorun da kalacağımı ve böyle bir mecburiyette kalmak istemediğim için o günkü trenle derhal İstanbul'a hareket etmesini emrettim. O gitti ama, parti yöneticilerinden Dr. Bahaeddin Şakir, Kızılay müfettişi sıfatıyla Edirne'de kaldı. Talat'ın propagandalarına devam eden bu adamı da idam ettirmemek için çekmediğim kalmadı. Muhasaranın sonlarına doğru bir gün bana gelip, Selimiye Camiinin düşmana teslim edilmeyeceğinden bahsederek, dinamitle havaya uçurulmasını teklif etti. Edirne'nin düşman işgalinde fazla kalmayıp, yakında tekrar bize geçeceğini, böyle bir hareketin Türklük ve Müslümanlığa büyük bir ihanet olacağını, bir daha vazifesinden başka şeylerle ilgilenmemesini ihtar ederek def ettim. İşte benim emekliye sevk edilmeme bu Talat ve Bahaeddin Şakir sebep oldu. Onlar ordumuzun bir an evvel mağlup olmasını ve bu sebeple iktidardaki hükûmetin düşüp, kendilerinin iktidara gelmesini istiyorlardı. Nitekim iktidara da geldiler. Fakat bir şeyi unutuyorlardı: benim asker olduğumu."