Abdülmelik Harnûtî Ve Seyyid Ahmed-i Kebîr
Tasavvufta çok yükseldi...Seyyid Ahmed, yedi yaşında Kur'ân-ı kerimi ezberledi. Zamânında âlimlerin ve veli zâtların çok bulunduğu Vâsıt şehrine gidip dayısı Ebû Bekr el-Ensâri'den ve Aliyy-ül-Kari Vâsıti hazretlerinden ilim öğrendi. Ebû Bekr el-Ensâri ki; güzel sûretli, konuşması tatlı, edep timsâli, hâfızası kuvvetli, anlayışı yüksek, birçok ilimde söz sâhibi ve ferâiz ilminde yüksek Hanbeli mezhebi fıkıh âlimidir. Çok kitap yazmıştır. Eserlerden "Şerh-i Euklides fi Usûl-il-Hendesi vel-Hisâb" çok kımetlidir.
Seyyid Ahmed-i Kebir Rufâi işte böyle âlim ve velilerin yanında yetişip, tasavvufta çok yüksek derecelere kavuştu. İlimde yetişip kâmil bir veli olduktan sonra insanlara İslâmiyeti anlatıp, öğretmek ve dinin emirlerine uymalarını sağlamak için irşâd faâliyetine başladı. Bu maksatla Amasya'ya gidip yerleşti. Çok kıymetli hizmetler yapmıştır...
Hakiki âlimleri tanıyamamak!
Seyyid Ahmed-i Kebir'in hocalarından Abdülmelik Harnûti, vefat ederken ona şöyle vasiyet etmiştir:
"Ey Ahmed! Başkalarına iltifât edip gezen, hedefine varamaz ve hakikate kavuşamaz. Şüphelerden kurtulamayanın, dünyâ düşüncelerinin ve nefsinin arzuları peşinde olanın, felâha, kurtuluşa kavuşması düşünülemez. Bir kimse kendi kusûrunu ve noksanını bilmiyorsa, onun bütün zamânı da noksan geçer... Hakiki âlimleri, evliyâyı tanıyamamak çok kötü bir haldir. Tabibin hasta olması ne kadar fenâ! Akıllı kimsenin câhil kalması ne kötüdür!"