Abdurrahmân Mağribî
Mekke-i mükerremede iken bir gün, Şeyh Hüseyin bin Muhammed ile birlikte Abdurrahmân Mağribi'nin evine gittik. Tasavvuf ehli hakkında hiç bilgim yoktu. Huzûruna girince bana; "Tasavvuf büyükleri hakkında ne dersin?" diye sordu. Ben de bilgim olmadığı için sükût ettim. O zaman Abdurrahmân Mağribi; "İmâm-ı Gazâli hazretleri üstün olup İhyâ'sı çok kıymetlidir. Muhyiddin Arabi'ye düşman olma. Tasavvuf ehlini sev, onların kitaplarını oku" buyurdu. Sözleri kalbimde hemen yer etti. O andan itibâren kalbim velilerin sevgisi ile doldu...
Abdurrahmân Mağribi hacdan sonra Yemen'e gitti. Yolda kerâmetleri görüldü. Talebelerinden Seyyid Ömer bin Sâlim anlatır:
Abdurrahmân Mağribi, birkaç sevdiği yanında olduğu halde bir gemi ile Yemen'e gidiyorlardı. Yolda fırtına çıktı ve deniz kabardı. Gemi nerede ise batacaktı. Berâberindekiler ona; "Efendim içinde bulunduğumuz durumu görüyorsunuz. Duâ buyurun da bu tehlikeden kurtulalım" dediler. O da; "Ey Deniz! Allahü teâlânın izni ile sâkin ol!" buyurdu. Hemen fırtına dinip deniz sâkinleşti. O zaman da; "Rüzgâr olmadan gemi gitmez" dediler. O da; "Allahü teâlâ rüzgâr gönderir" buyurdu. Sonra hoş bir rüzgâr esti. Gemi de selâmetle yerine ulaştı.
Abdurrahmân Mağribi, Şeyh Ahmed bin Alvân'ın kabrini ziyâret etmek istedi. O gece İbn-i Alvân, rüyâda hizmetçisine; "Yarın şu şu vasıfta bir zât gelecek. Ona ziyâfet hazırla, hürmet ve hizmette kusûr etme. Zirâ o Allahü teâlânın sevgili kullarındandır" buyurdu. Hizmetçi sabahleyin hocasının buyurduğu hazırlığı yaptı. Ziyâretçiyi beklemeye başladı. Fakat gelen olmadı. Merakla ve bulurum ümidiyle şehrin dışına çıktı. Kimseye de rastlamadı. Bir haber elde edemeden geri döndü. Üzgün bir vaziyette hocasının türbesine gitti. Orada hocasının târif ettiği zâtı gördü. Hâlbuki türbenin kapısı kilitli idi. Hemen yanına gidip, ellerinden öptü ve hocasının rüyâda kendisine verdiği vazifeyi anlattı. Abdurrahmân Mağribi'yi alıp evine götürdü. Ziyâfet verdi. İzzet ve ikrâmda bulundu...