Abdullah el-Harrâz hazretleri evliyânın büyüklerinden Ebû İmrân Kebir'in sohbetlerinde mânevî olgunluğa kavuşup, kemâle geldi. Ebû Hafs Haddad ile görüştü. İlim ve irfanı ziyâdeleşti.
Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin talebeleri ona çok hürmet eder, büyük bilirlerdi. Yıllarca Mekke-i mükerremede misâfir olarak kaldı. Keramet sahibi ve nasihatleri tesirli bir zat idi.
Muhammed bin Dâvûd Dîneverî anlatır:
Abdullah el-Harrâz Mekke-i mükerremede iken bir defâsında sohbetine gittim. Dört gündür bir şey yememiştim. Sohbete başladığında;
"İçimizden biri dört gündür aç. Açlıktan feryâd ediyor. Yâni ben açım der gibi bir hâli var" dedi. Sonra da;
"Dünyâya gelen bir canlı Allahü teâlâdan ümid ettiği şeye kavuşunca hayâtını vermiş ne ehemmiyeti var?" buyurdu.
Sohbetlerinde buyurdular ki:
"Bizim yolumuz fütüvvettir (cömertliktir). Yâni kimseden bir şey istemek değildir."
"Kulların en aşağısı, namazını ve tesbîhini kendi gözünde büyülten, yaptığı ibâdetler sebebiyle, Allahü teâlâ katında kıymeti olduğunu zanneden kimsedir. Eğer Allahü teâlânın ihsânı ve rahmeti olmasaydı, peygamberlerin (aleyhimüsselâm) işlerinin bile ne kadar zor olduğu görülürdü. Nasıl böyle olmasın. Peygamberlerin en üstünü ve Allahü teâlâya en yakın olan Resûlullah efendimiz bile, Allahü teâlânın rahmetinin kendisini örttüğünü buyurmuşlardır."
"Kulluğun en güzeli, kulun Allahü teâlânın verdiği nîmetler karşısında, şükürden âciz olduğunu bilmesidir."
"Sabrın alâmeti şikâyeti terk, musîbet ve sıkıntıları gizlemektir."
"Açlık zâhidlerin, dünyaya düşkün olmayanların; zikir âriflerin gıdâsıdır."
"Ağyâra yâni yâr ve dost olmayana iltifât etmemek, ona sırrı açıklamamak, yüzünü hakka dönmüş olmanın alâmetlerindendir."
Yûsuf bin Hüseyin der ki: "Abdullah el-Harrâz gibi bir kimse görmedim. O da kendisi gibi kimse görmedi. Çok mürüvvet sâhibi, herkesi görüp gözeten bir zât idi."