Büyük Mutasavvıf Ebû Muhammed Cerîrî
MÜRŞİD-İ KÂMİL BİR ZATTICüneyd-i Bağdâdi hazretlerine vefât edeceği zaman; "Sizden sonra kimin sohbetlerine devâm edelim?" diye sordular. "Ebû Muhammed Ceriri'ye gidin" buyurdu. Tasavvufun üstün hâllerine vâkıf olmakta nihâyette olup, mürşid-i kâmil bir zâttı. Edebinin çokluğundan, yalnızken bile ayaklarını hiç uzatmaz; "Allahü teâlâya karşı edebli olmak lâzımdır" buyururdu.
Hikmet ehlindendi. "Allahü teâlâ indinde her şeyin bir hakkı vardır. Allahü teâlânın yanında hakların en yücesi hikmetin hakkıdır. Kim hikmeti (faydalı ilim, fen, sanat, söz, nasihat, din ilmi, mânevi ilim, Peygamber efendimizin sünneti) ehli olmayana bırakırsa, Allahü teâlâ ondan hikmetin hakkını ister" buyururdu.
"Âlim kimdir?" diye sordular. O; "Âhireti isteyen, dünyâdan, dünyevi meşgûliyetlerden yüz çevirendir" buyurdu.
Nefis hakkında da; "Nefsine aldanan, şehevi duygularına esir olur. Hevâi arzûlarının zindanına kapatılır ve o kulun kalbi faydalı işlerden zevk alamaz. Kur'ân-ı kerimi her gün hatmetse bile, ilâhi kelâmı okumaktaki esas tadı bulamaz. Bunun çâresi, nefsin esâretinden kurtulmayı candan arzu etmektir" buyurdu.
İhlâs hakkında da; "İhlâs, âhiretteki nimet ve azaplara yakinen inanmanın alâmetidir. İbâdetlerdeki riyâ, gösteriş de, âhiretteki nimet ve azaplara inanmakta tereddüd olduğunun alâmetidir" buyurdu.
"BAŞKA ÇARE YOKTUR!.."
Talebelerinden birisi anlatır:
Ebû Muhammed Ceriri'nin vefâtı senesi, Karâmita sapıkları ile yapılan muhârebede ben de bulunuyordum. Savaş bittikten sonra, Müslümanların bulunduğu kâfilenin yanına döndüm. Yaralılar arasında Ebû Muhammed Ceriri'yi gördüm. Çok halsizdi. Yüz yirmi yaşlarındaydı. "Ey efendim! Allahü teâlânın bu belâyı üzerimizden def etmesi için duâ etseniz" dedim. "Duâ, belâ gelmeden önce yapılır. Belâ geldikten sonra râzı olmaktan ve sabretmekten başka çâre yoktur" buyurdu. 923 (H.311) senesinde vefât etti...