Bir defasında Fâtih, cihâda gidiyordu. Âlimler de Sultân’ı uğurluyorlardı. Âlimler arasında, Nisa sûresinin; “Ey îmân edenler! Allaha, Peygamberine îmân ediniz...” meâlindeki 136. âyet-i kerîmesinin tefsîri hakkında sohbet oluyordu. Bir tarafta ise, mehter takımı olanca haşmetiyle marş çalıyordu. Gülbanklar gümbür gümbür etrâfı inletiyor, askerleri coşturuyordu. Müslümanlar, Allaha ve Peygambere inandıkları hâlde, neden bu âyet-i kerîmede “Allaha ve Peygamberine îmân ediniz” diye emrediliyordu. Acaba bunun hikmeti neydi? Sultan, Hüsâmeddîn’e dönerek;
“Sen bu hususta ne dersin?” diye sordu. O da;
“Sultânım, bunun hikmetini deminden beri davullar, 'Düm düm devam edin, devam edin' diye açıklıyorlar. Yani, Allaha ve Peygambere îmânınızda devamlı olunuz demektir” diye cevap verdi. Bu cevap, Sultân’ın çok hoşuna gitti ve ona iltifâtlarda bulundu.
Hüsâmeddîn Hüseyn, bir gün Sultân’ın elini öpüyordu. (Anne-babanın, âlimlerin ve adâletli sultanların elleri öpülür.) Sultan, her zamanki âdetinin aksine, elinin ayasını uzattı ve bununla ne kasdettiğini sordu. O da; “Ayasofya Medresesi Müderrisliğini” diye cevap verdi. Yanî, çok dindar olan Hüsâmeddîn Sultân’ın elini öpünce, "aya" ve "sûfi" birleşmiş oldu. Sultân’ın bu nüktesini keskin zekâsıyla hemen anladı. Fâtih de onu Ayasofya Medresesi Müderrisliğine tayin etti.
Hüsâmeddîn Hüseyn, dünyâ işlerine hiç ehemmiyet vermez, devamlı kitaplarla ve ilimle meşgûl olurdu. Medreseye bile hangi yollardan gidip geldiğine pek dikkat etmezdi. Hattâ bir seferinde yanlışlıkla Molla Arabî’nin medresesine girmişti. O anda Molla Arabî oturduğu yerde talebelere ders anlatıyordu. Hüsâmeddîn’in yanlışlıkla içeri girdiğini görünce, ona hürmeten ayağa kalkmıştı...
Kitaplara çok düşkün olduğundan, maaşından para biriktirir; maişetinden artan parayla kitap alırdı. Bu sebeple kütüphânesinde pekçok kitabı vardı.