Küçük bir akıncı kolu, bu kaleye gitmekle vazifelendirilmişti. Fakat akıncılar daha kaleye yaklaşmadan, nasıl müthiş bir yere geldiklerini anladılar. Kaleye ulaşmak için, iki yanı, tepesi zor seçilen dik uçurumlarla kaplı dar Şeytan Boğazından geçmek gerekiyordu. Ama ne var ki, Filek'in bir mazgal deliğinden siyah ağzını gösteren dehşetli bir görünüyordu ki bu, boğazı boydan boya ateş altına alabiliyordu. Bu top, gülleden başka, düştüğü yerde infilak edip ölüm saçan humbaralar da atıyordu. Bunu anlamak akıncılara pahalıya mal oldu. Tek atışta 70 şehid verdiler. Gaziler bu topa "Kanlı Top" adını verdiler.İşte bu korkunç manzaralı ilk gecede, akıncılar arasında bulunan bir yiğit, Şeytan Bo ğazı boyunca nihayete ulaşan bakışlarıyla kaleyi süzüyordu. Mesafe uzaktı. Ama ay, kara bulutların arasından sıyrılır gibi olunca, soluk, ölü sarısı bir renkle sanki aydınlanıyor ve o zaman mazgal deliği ve oradan uzanan kanlı topun ağzı görülüyordu. Adı Demirbaş Hasan olan bu yiğit, topa baktıkça yerinde duramıyordu:-Bre kanlı top, canavarın dölü!...Hele az bekle... Ya ben seni, ya sen beni.Demirbaş Hasan'a bu lakabın verilmesi, gülleyi andıran ve cenkte en tesirli bir silah gibi kullandığı sert kellesi bu defa iyice kızmıştı. Her zamanki gibi ani bir kararla hemen harekete geçti. Geride Şeytan Geçidi girişinde çadırla ve nöbetçilerin gölgeleri seçiliyordu. O yana doğru kızgın kızgın söylenerek yürüdü. Bir çadıra daldı. Uyuyan arkadaşlarından birini dürttü. Sonra diğerini çekiştirirken ihtiyatlı bir sesle konuştu:-Bre kalkın! Bre çabuk!-Hey kelle! Sen misin? Ne oluyor yine?-Size eğlence çıkaracağım...Akıncılar doğruldular:-Yine ne var?-Uçurum ile kalenin gölgeleri tam istediğim yerleri örtüyor. Acele edelim. Kırk kişi toparladığımızda size işi anlatırım. Yalnız gürültü etmeyelim. Deli Bekir! Sen Pala Hamid'in, sen de Samurkaşın çadırına git. En ötekilerini ayarlarım. Hepsi birden işe sarıldılar. Çok geçmeden 40 kişi toplanmıştı. Demirbaş Hasan, üç merdiven ile uzun ip ve makaralı çengeller hazırlamıştı. Bundan sonra başlarına koyu renkli örtüler sardılar. Uçurumun boğaz zemini boyunca uzayan ince gölgesinden taşmamaya çalı şarak kaleye doğru tek sıralı süzüldüler.Filek kalesinin burçları ip yetişemeyecek, çengel atılamayacak, hele merdivenle asla ulaşılamayacak yükseklikteydi. Üstelik evresi uçurumlarla çevrili bir adaya benziyordu. Demirbaş Hasan:-Bu defa kalenin sarplığı bize yardımcı olacak, iple merdivenle filan buralara tırmanılamayacağını bilen düşman, rahatına baktığından bizi sezmeyecektir.Uçurumun gölgesinden yürümek fikri ise pek yerindeydi. Bulutlar, ayın önünden fazlaca sıyrılırsa, oldukları yerde hareketsiz kalıyorlardı.Filek kalesinin karşı tarafındaki uçurum, zor da olsa tırmanmaya müsaitti. Burada hayli irtifa kazandılar. Oradaki böğürtlen kümeleri arasına girdiler. Dik kayaların gölgesi burada tam üstlerine düşüyordu. Ay ilerleyip de bulundukları yer aydınlanmadan işlerini çabuk görmeleri lazımdı. Böğürtlenlerin üstlerine attıkları siyah keçelerden yürüdüler. Dikenli yığını aşıp uçurumun başına geldiler. Birkaç metre ileride, karşı yamaçta Filek'in duvarı yükseliyor, tepeye bakıldığında bu kara yığın, üzerlerine devrilecekmiş gibi görünü yordu. Kanlı topun namlusu tam hizalarında ve yirmi metre yukarıda mazgaldan hafifçe çıkmış halde görünür gibi oluyordu.Kemend atmakta çok usta olan Ece Bey, üç kat halindeki çengelli ipi Besmele ile savurdu Her yanına keçe sarılmış çengel garip bir hışırtı ile yükseldi. Yere muntazam kıvrımlar halin de yerleştirilen kangal hızla küçüldü. Çengel mazgalı azıcık geçti, top namlusuna takılıp kaldı Gaziler, bu üç katlı ipin ucunu peşpeşe eklenmiş merdivenlerin ucuna bağlamışlardı. Bu ip, çengelin dibindeki makaradan geçiyor ve öbür taraftan aşağı sarkıyordu. İp çekildikçe mer divenin ucu da yükselmeğe başladı. Nihayet duvara dayandıysa da, kısa geldi. Lakin Hasan, bunu da hesap etmişti. Ayaklara alttan iki sırık bağlayınca merdiven tam mazgala ulaştı. Deli Bekir:-Senin gibi böylesine kalın kafada ne marifetler varmış bre!...diyordu.Her şey tamam olunca Demirbaş Hasan, kedi çevikliğiyle merdivene tırmanmaya baş ladı. Merdiven sağa sola bel kıracak gibi sallanıyor, ama Hasan buna aldırmadan yükseldik çe yükseliyordu. Az sonra kale bedeninin yarı yüksekliğindeki yuvarlak top mazgalına ulaştı.. Kanlı top tam burnunun ucundaydı. Hasan:-Gidi kanlı top seni! Kaç serhad akıncısının kanına girdin, diye söylenerek, amansız pençelerini mazgalın iki yanına geçirdi. Sonra topun ağzını göğüsledi.-Yâ Allah!...diye fısıldarken yüklendi. Ancak, mandalarla çekilen top, önce dayanır gibi oldu. Ama sonra yavaşça kımıldadı. Zora dayanamayan duvar hizasına kadar girip öylece kaldı. Aşağıdakiler, şöyle böyle seçer gibi oldukları Hasan'a heyecanla bakıyorlar, kenetle nen parmaklarıyla palalarının kabzalarını sıkıyorlardı.Terler içinde kalan Hasan, bu işi yaparken çıt çıkmadığını anladı. Topu daha ileri itip mazgalı açmak lazımdı. Fakat merdiven tepesinde bu iş olmuyordu. Şimdi başka türlü terler dökmeye başlamıştı. Eğer bu işi beceremezse, muzip arkadaşları onu kızdırıp küplere bindir mek için yakaladıkları bu fırsatı fena halde değerlendireceklerdi. Hele Deli Bekir'in suratındaki ifadeyi şimdiden görür gibiydi. Bu endişenin korkusundan gelen can havliyle öyle bir düşündü ki, hemen yüzü aydınlandı. Ona boş yere mi Demirbaş demişlerdi? Güçlü pençeleriyle mazgalın iki yanını tekrar yakaladı. Kellesini namlunun ağzına da yamasıyla:-Yâ Hak!...diye yüklenmesi bir oldu. Top, gülleden beter olan bu kelleye dayanamadı, hızla geri kaydı ve büyük bir gürültüyle kalenin iç avlusuna yuvarlandı. Demirbaş Hasan'ın mazgal deliğinde kaybolduğunu gören otuzdokuz serdengeçti akıncı, peşpeşe merdivene saldırdılar. Birisi de geriye haber vermek üzere seğirtip, koşa koşa uzaklaştı.Filek kalesi, on beş dakika sonra hiç şehid vermeden zaptedilmişti. Hasan'a gelince, hem kendisini "Sanki büyük bir şey yapmış gibi" methedenlerden sıkılıp utanmak için, hem de izinsiz iş yaptı diye paşadan azar işitmemek maksadıyla süt dökmüş kedi gibi kaçacak delik arıyordu.