Her halde bu konuşmadan tatmin olmayan Enver Paşayı da Beylerbeyi Sarayına davet ederek nasihatlerde bulunmuş ve şöyle demişti:"33 senelik saltanatımda, ferdin hürriyetine taraftardım. Lakin gelişigüzel bir hürriyet ve serbestiyi hiçbir zaman istemedim. Meşrutiyeti ben ilan ettim. Ama mebuslarımızın kifayetsizliğini görerek kapattım. Meclis-i Mebusanın 93 harbinde verdiği kararın bize neye mal olduğunu bilirsiniz. Balkanları kaybettik. İstanbul'a gelen Ruslar ile şerefsiz bir andlaşma imzalamaya mecbur olduk. Andlaşma imzalanırken, Safvet Paşanın ağladığını işitince ben de ağladım. Ama gözyaşı dertlere deva olmuyor. Şimdi siz de acele ile harbe girmiş bulunuyor sunuz. İnşaallah hayırlı ve şerefli olur. Fakat Allah göstermesin ya felaketle biterse...İster misin bu da Anadolu'nun kaybına mal olsun! Her devirde devletin düşmanı olmuştur. Siz de bu düşmanlarla işin iç yüzünü bilmeden birleştiniz. Hareket ordu suyla İstanbul'a geldiniz. İktidarı ele aldınız. İstediğiniz makama geçtiniz. Yapmak istedik lerinizi niye yapmıyorsunuz? Bunlara güvenme oğlum. İnsanı bugün alkışlayanlar, yarın onun aleyhine dönüp parçalamasını da bilirler. Dikkatli ol!..."Ne var ki büyük hayaller peşinde koşan Enver Paşa ve İttihat Terakki ileri gelenleri bu mühim nasihatlere de kulak asmayarak bildikleri yolda yürüdüler. Böylece devletin yıkılmasına sebep oldukları gibi millete kan ve gözyaşından başka bir şey bırakmadılar. Ayrıca tarihe, kötülükleriyle yad edilen kimseler olarak geçtiler.