Eshâb-ı kirâm cihâd ile İslâmiyeti yaymak ile uğraştıkları için, tefsîr ve hadis kitapları hazırlamaya vakit bulamadılar. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” nûru, Onların mübârek kalblerine o kadar çok işledi ki, kitaptan öğrenmeye ihtiyaçları kalmadı. Her biri, bu nûrun kuvveti ile doğru yolu bulurdu.
Asırların en iyisi olan birinci asır bitince, fikirlerde, bilgilerde ayrılıklar hâsıl oldu. Eshâb-ı kirâmdan ve Tâbiînden nakledilen haberler, birbirlerine uymaz oldu. Hak yolu arayanlar şaşırdılar. Allahü teâlâ, lütfederek, bu ümmet-i merhûme arasından sâlih, müttekî dört âlimi seçti. Nasslardan hüküm çıkarmak üstünlüğünü bunlara ihsân eyledi. Bunları taklîd ederek bütün Müslümanların hidâyete kavuşmalarını diledi. Bunları taklîd etmeyi Nisâ sûresinin ellisekizinci âyetinde emretti. Bu âyet-i kerimede meâlen, (Ey îman edenler! Allaha itaat ediniz ve Resûle itaat ediniz ve Ülül-emrinize itaat ediniz!) buyurdu. Burada Ülül-emr, ictihâd derecesine yükselmiş olan âlimler demektir. Böyle âlimler de, herkesin bildiği dört büyük imamdır. Yâni meşhûr olan dört mezhebin imamlarıdır. Bu âyet-i kerimedeki Ülül-emr denilen üstün kimselerin, müctehidler olduğunu, Nisâ sûresinin seksenikinci âyeti açıkça bildirmektedir. Bu âyet-i kerimede, (Ülül-emr, Nasslardan ahkâm çıkarabilen âlimlerdir) denilmektedir. Eshâb-ı kirâmın asrından ve ondan sonraki asırdan bu zamana kadar, bütün Müslümanlar, bu dört imamı taklîd etmişlerdir. Bunlara itaat etmekte icmâ hâsıl olmuştur. (Ümmetim dalâlet olan bir şeyde icmâ yapmaz!) ve (Allahü teâlânın rızası, icmâ'dadır. Cemaatten ayrılan, Cehenneme gider) hadis-i şerifleri, bu icmâ'ın sahih olduğunu açıkça göstermektedir.
Dört imamı taklîd etmenin vâcib olduğunu gösteren diğer bir vesika, İsrâ sûresinin yetmişbirinci âyetidir. Bu âyet-i kerimede, (O gün, her fırkayı imamları ile çağırırız!) buyurulmaktadır..