Üstadımız İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir mektubunda şöyle buyuruyorlar: Allahü teâlânın sevmediği bu dünyanın arkasında koşmamalıdır! Gönlünü hep Allahü teâlâya bağlamak sermâyesini elden kaçırmamalıdır! Ne sattığını ve buna karşılık neyi aldığını düşünmelidir! Dünyayı ele geçirmek için âhıreti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak alçaklık ve ahmaklıktır. Dünya ile âhıret birbirinin zıddıdır, tersidir. İkisinin sevgisi bir kalbde toplanamaz. İkisi bir araya getirilemez. Bu iki zıddan dilediğini seç ve seçtiğine karşılık kendini sat, feda et! Âhıret azâbı sonsuzdur. Dünyada olanlar çok azdır.
Allahü teâlâ, dünyayı sevmez, âhıreti sever. Sonunda kadından ve çocuklardan ayrılacaksın. Bunların idaresini Allahü teâlâya bırak! Bugün, kendini ölmüş bilmelidir. Onların işlerini Allahü teâlâya bırakmalıdır. Tegâbün sûresinin onbeşinci ve Enfâl sûresinin yirmisekizinci âyetinde meâlen, (Mallarınız ve çocuklarınız sizlere kesin olarak düşmandır. Onlardan sakınınız) buyuruldu. Bunu iyi anlayınız! Dünyaya düşkün olanlarla arkadaşlık etmek, onlarla görüşmek, öldürücü zehirdir. Bu zehirle öldürülen kimse, sonsuz olarak ölür. Kalbin iyiliği, hastalıktan kurtulması nasıl düşünülebilir? Onlarla görüşmekten, arslandan kaçar gibi, hattâ daha çok kaçmalıdır. Arslan insanın yalnız cânını alır. Bu da, âhırette faydalı olur. Dünyaya düşkün olanlarla berâber olmak ise, insanı sonsuz felakete ve zarara sürükler. Onlarla konuşmaktan, onların lokmalarını yemekten ve onları sevmekten ve onları görmekten sakınmalıdır.
Sahih olan hadis-i şerifte, (Zengine, zenginliği için alçaklık gösterenin dîninin üçte ikisi gider) buyuruldu. Onlara karşı yapılan bu alçalmalar ve yaltaklanmalar, onların malları ve makamları için midir, yoksa değil midir? İyi düşünmek lâzımdır. Malları, mevkileri için olduğunda hiç şüphe yoktur. Bunun sonu da, dînin üçte ikisinin gitmesidir.