"Hakka kavuşmak için, yeryüzünün doğusunu ve batısını gezip dolaştım. Allahü teâlânın rızâsına ermek için, nefsin terbiyesinde bilinen her sebebe yapıştım. Mümkün olan her yola başvurdum. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için her neye sarıldıysam, beni Allahü teâlâdan uzaklaştırdı. Nihâyet her hususta Allahü teâlâya sığındım. Sonunda gördüm ki; sebeplere güvenmemek, mutlak olarak Allahü teâlâya teslim olmak lâzımdır."
Tasavvuf sarhoşluğu ile söylenen sözler hakkında bir soru sorulduğunda buyurdu ki: "Vecd ve hâl sâhipleri kendilerinden geçip şuurlarını kaybederlerse, sözlerinde ve işlerinde mazur olurlar. Fakat bu tasavvuf sarhoşluğu kendiliğinden olmayıp, akılları başlarında ise şuurları yerinde ise, mazur olmazlar ve günaha girerler. Şuursuz oldukları zaman, ibâdetleri kaçırmaları günah olmaz ise de, akılları başlarına gelince, kaçırdıkları ibâdetleri hemen kazâ etmeleri lâzımdır. Çünkü bu şuursuzluğa, akıllarının başlarından gitmesine kendileri sebep olmuştur. Böyle tasavvuf sarhoşlarının, dîne uymayan sözlerine ve işlerine başkalarının uymaları câiz değildir. Kendileri günaha girmezlerse de bunlara uyanlar günaha girerler."
Bir sohbeti esnâsında ilimler hakkında şöyle buyurdu: "Akâid ilmi ile îmân bilgileri, fıkıh ilmi ile dînin emir ve yasakları öğrenilir. Tasavvuf ilmi ile ise, kalbi kötü düşüncelerden temizleyerek ihsan mertebesine kavuşulur. İhsân, Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etmektir. Îmân bilgileri öğrenildikten sonra, önce fıkıh bilgileri öğrenilir. Bununla iktifâ edip, mânevî hâllerden ve ilimlerden mahrum kalınmaz. Bunun için kalbi kötü düşüncelerden kurtaracak ve temizleyecek tasavvuf bilgileri öğrenilir. Fıkıh ile tasavvufun her ikisinden de pay almalıdır.
İmâm-ı Mâlik hazretleri buyurdu ki: "Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar. Zındık olur. Fıkıh öğrenip, tasavvuftan haberi olmayan bid'at sâhibi olur. Her ikisini edinen hakîkate varır."