Fırtınaya Yakalanan Tüccarın Adağı!
Allahü teâlânın izni ile fırtına sâkinleşti. İskenderiyye’ye gelen tüccâr, nezrettiği şeyi yerine getirecekti. Fakat, Yâkût ismindeki bu köle de çok kıymetli idi. Kendi kendine; “Ben Ebü’l-Abbâs hazretlerine “Yâkût’u” vermeyi adamıştım. Bu Yâkût ismindeki genç çok kıymetli olduğuna göre, ben, çarşıdan kıymetli bir yâkût taşı alıp, Ebü’l-Abbâs’a hediye ederim. Böylece adağımı yerine getirmiş olurum” diye düşündü...
Ebü’l-Abbâs’ın huzûruna vardı. Bunu kendisine hediye getirdiğini bildirdi. Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî ona; “Bize bu yâkûtu değil, bizim için vâdettiğin asıl Yâkût’u getir! Sözünden dönme!” buyurunca, tüccâr hatâsını anladı ve gidip Yâkût’u getirerek teslim etti. O da bunu talebeliğe kabûl etti...
Habeşistan, Mısır’a çok uzak olduğu için, herkes bu yeni arkadaşlarını merak ettiler. İsmini ve memleketini öğrenince, hocalarının yıllarca önce verdiği doğum yemeğini hatırladılar. Tuttukları târihe baktılar. Yeni gelen arkadaşlarının doğum târihi, aynen hocalarının bildirdikleri gündü. Hocalarının senelerce önce gösterdiği bir kerâmetini böylece anlamış olan talebelerin, Ebü’l-Abbâs’a olan muhabbet ve bağlılıkları daha da arttı. Yeni gelen arkadaşlarını da çok sevdiler...
Yakut-i Arşî, Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî hazretlerinin sohbetlerinde, huzûrunda ve hizmetinde bulundu. İlim öğrenmek arzusu pek fazlaydı. Bunun için gece-gündüz çalışırdı. Kısa zamanda çok yükselip, ilim ve velîlik bakımından çok üstün derecelere kavuşarak, o büyük zâtın en büyük talebesi oldu. Kalbi, dâimâ Allahü teâlânın Arş-ı âlâsında olur, yeryüzünde sâdece cismi bulunurdu ve Hamale-i Arş’ın (Arş-ı a’lâyı taşımakla vazifeli olan meleklerin) okudukları ezanları işitirdi. Bunun için kendi hocası bu zâtı, "Yâkût-i Arşî" diye isimlendirdi...
Yâkût-i Arşî hazretleri bundan sonra Mısır’dan ayrılmadı. Hocasının vefâtından sonra, onun yolunu yaymaya devâm etti.1307 (H. 707) senesinde Mısır’da İskenderiyye şehrinde vefât etti.