"Üstâdım Zünnûn-i Mısrî'yi gördüm, onun sözlerinden hikmet yâni insanların din ve dünyâsı için faydalı olan şeyler damlıyordu. Sehl'i gördüm, o hikmetten başka bir şey söylemiyordu. Bişr-i Hafî'yi gördüm, onun da verâsı, haram ve helal olduğu bilinmeyen şüpheli şeylerden sakınması vardı..." Kendisine "Siz bunlardan hangisine meylediyorsunuz?" diye sordular. "Üstâdımız Bişr-i Hafî'ye" diye cevap verdi.
Birisi kendisinden Müslüman kardeşinin hakkından sordu: "Müslüman kardeşinin hakkını, aranızdaki dostluk ve muhabbete güvenerek zâyi etmeyin. Zîrâ Allahü teâlâ, her mümine haklar verdi. Bu hakları ancak Allahü teâlânın hukûkunu yerine getirmeyenler zâyi ederler" buyurdu.
Yine bir gün ona; "Zâhid kime denir?" dediler. "Zâhid; kötülemekten ve övülmekten alınmayan kimsedir. Zühd ise dünyâyı gözden ve gönülden çıkarıp yok saymaktır" buyurdu. "Peki âbid kimdir?" dediler. "Farzları vakti girer girmez edâ edip yerine getirendir" buyurdu. "Muvahhid kimdir?" suâline ise; "İşlerinin hepsini Allah için yapandır" buyurdu.
Rızık hakkında sık sık şöyle derdi: "Rızkını Allah'tan bilmeyip de onun mahlûkundan beklemek, insanı cenâb-ı Hak'tan uzaklaştırıp, halka muhtaç eder." Sonra da; "Kim gönlünü mahlûkâta bağlayıp Hakk'a ulaşmak isterse, O'na kavuşamaz. Kim gönlünü Hakk'a bağlar, O'na ulaşmayı dilerse, arzusuna kavuşur" buyurdu.
Bir zaman Medîne-i münevvereye gitti. Resûlullah efendimizin kabr-i şerîfini ziyâret edip selâm verdi. O zaman selâmına cevap sesi işitildi. Sonra; "Yâ Resûlallah! Kabûl edersen bu gece yanında misâfir kalmak istiyorum" dedi. "Kabûl ettim" diye cevap verildi. Orada kaldı. Rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Kendisine bir ekmek ikrâm edildi. Bir kısmını yedikten sonra uyandı. Uyandığında ekmeğin kalanının elinde olduğunu gördü!..