"... Bu icâzeti kendi irâdemle vermeyip velîlerin kutbu büyük mürşid Şeyh Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinden îtibâren nebîlerin sultanı hazret-i Peygamber efendimize varıncaya kadar silsile-i Nakşibendiyye-i Hâlidiyyede isimleri yazılı seyyidler ile hâcegân-ı izâm hazretlerinin mübârek ruhlarından izin ve muvâfakat aldıktan sonra takdim ettim."
Bundan sonra "Ey kalplerin sevgilisi olan oğlum!" dedikten sonra özetle şu nasihatleri yapmıştır.
"... Âlimlere, tasavvuf ehline, Kur'ân-ı kerîm ehline hürmet et! Cömert ve güler yüzlü ol. Herkese ihsân ve iyilikte bulun. Hatâ ve kusurları affet, görmezlikten gel. Kendini hiç kimseden fazîletli, üstün zannetme. Birisi sana hased ederse, ona mâni olmak için kendini zahmete sokma, onun işini Allahü teâlâya bırak. Sen kıymetli ömrünü Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymakla geçir. Vakitlerini dînin emirlerine uyarak kıymetlendir. Nefsini dâimâ hesâba çek. Dünyâya sarılmış, ona gönül vermiş olanlarla bulunma. Onlarla sohbet ve berâberlik; gam, keder ve üzüntü getirir. Devamlı âhiret kardeşlerini ve iyi arkadaşlarını arttırmaya çalış. Onlarla her zaman sohbet et. Evliyânın büyükleri ve Allahü teâlâ ile berâber ol. Buna gücün yetmezse, Allahü teâlâ ile berâber olanlarla ol ki, seni Allahü teâlâya kavuştursunlar."
Ahmed Hicâbî Efendi, daha sonra İstanbul'a geldi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin halifelerinden Abdülfettâh-ı Akrî hazretlerinin sohbetine koştu ve dört sene hizmetinde bulundu. Bu esnâda tasavvuf mertebelerinde ilerledi. Sonra Kastamonu'ya döndü ve babasının yerine dergâhta talebe yetiştirmeye başladı. Dergahta sohbet ettiği zamanlarda ise içerisi tamâmen dolduğu gibi, dışarıda pencerelerin etrâfında Müslümanların yanı sıra Hıristiyanlar da şeyhi görebilmek için toplanırlardı. Vaaz ve nasihati fevkalâde tesirli olup, dinleyenler ne kadar katı kalpli olursa olsun, mübârek sözlerini işitince yumuşar ve ürperirlerdi. 1889 senesinde orada vefat etti. Allahü teala şefaatlerine nâil eylesin...