İnsana, Bir Musîbet Gelince Hislenmemesi Mümkün Mü?
Eyyûb bin Süleyman bin Abdülmelik vefât etmişti. Cenâzenin bulunduğu yere babası Süleyman bin Abdülmelik, yanında Ömer bin Abdülazîz, Saîd bin Ukbe, Recâ bin Hayve olduğu hâlde girdi. Süleyman, oğlu Eyyûb’a bakmaya başladı. Gözleri iyice dolmuştu. Sonra “İnsana, böyle bir musîbet gelince, hislenmemesi, içinin galeyâna gelip, kabarmaması mümkün değil. Böyle bir durum karşısında, insanların bir kısmı, Allahü teâlâya karşı tam bir teslimiyet gösterip, mükâfâtını ondan bekleme olgunluğunu gösterir. Bir kısmı sabır ve tahammül etme gücüne sâhib olur. Bunların ikisi de, sağlam ve metin kimselerdir.
Bir kısmı da vardır ki, sabır ve tahammül gösteremezler. Bunlar zayıf kimselerdir. Fakat, şu anda ben, kalbimde bir hislenme, acı bir coşma görüyorum. Eğer içime bir serinlik vermezsem, ciğerimin, üzüntü ve kederden parça parça olacağından korkuyorum” dedi.
Bunun üzerine Ömer bin Abdül-aziz “Ey müminlerin emîri! Sabretmeniz gerekir. Yoksa, ecir ve sevâbınız boşa gider" dedi. Saîd bin Ukbe de, ağlamaklı bir hâldeydi. Sanki ağlamak için yardım ister gibi bir hâli vardı. Recâ bin Hayve ise; “Ey müminlerin emîri! Sizin bu derece, aşırı bir üzüntüye kapılmanıza, bir mânâ veremiyorum. Ortada o kadar önemli bir mesele yok. Bana şöyle anlattılar: Resûlullah efendimizin, ezvâc-ı mütahherasından olmakla şereflenen, Mâriye vâlidemizden İbrâhim adında bir oğulları olmuştu. Fakat daha küçücük iken vefât etmişti. Onun vefâtında, Resûlullah efendimizin mübârek gözlerinden yaşlar akıp; (Göz ağlar, kalb üzülür. Ancak Allahü teâlânın râzı olduğunu söyleriz. Ey İbrâhim, bizler senin için çok mahzûnuz [üzgünüz]) buyurmuşlardı."
Bu sözler karşısında, Süleyman bin Abdülmelik hıçkıra hıçkıra ağladı. O kadar ağladı ki, orada bulunanlar bir şey oldu sandılar.