Bir gün çöle gitmiştim. Araplar develerini koşturuyorlardı. Onlar bu işle meşgûl olurken köylü bir Arap köşeye çekilmiş Allahü teâlâyı zikrediyor ve kendi hâlinde oturuyordu. Dikkatimi çekti yanına gittim. Selâm verdim, bana; "Allahü teâlâyı zikretmek en lezzetli şey ve şifâ verici bir iştir. Şaşıyorum insanlar nasıl boyun büküp, yalvarmazlar! Hâlbuki ölüm onların peşinde, onları tâkip ediyor. İnsanlar ise tehlike ve musîbetler içinde. Buna rağmen boş şeylerle meşguller" dedi. "Allah'ın rahmeti üzerinize olsun insanlar hangi musîbetler ve hangi tehlikeler içinde?" diye sordum "Günah musîbeti ve ölüm tehlikesi, ölümden öncesi ve sonrası" dedi. "Neden yapayalnız duruyorsun?" diye sordum "Ben yalnız değilim, Rabbimle berâberim" dedi. Fakir ve muhtâç olduğunu zannederek; "Bir şey ister misin?" deyince; "Evet kalbimin derdini tedavî edecek bir tabib isterim" dedi. "Tabîbin kimdir?" "Rabbimdir." "Kalbinin derdi nedir?" "Günahlar..." dedi. "Peki bunlardan kim kurtuldu?" diye sordum. "Allahü teâlânın râzı olduğu kimseler" dedi. Tekrar sordum: "Yolculuğun nereye?" "Kabiredir." dedi. "Yolcu musun?" "Annemden doğduğumdan beri yolcuyum. Âhirete gidiyorum" dedi. Sonra devâm ettim ve; "Azığın nerede?" dedim. "Azığım son derece az" cevâbını verdi. Bu sefer; "Yanında yiyeceğin nedir?" "Sübhânallah, Rabbimin vereceği rızık" dedi. "Peki yalnız hâlinle korkmuyor musunuz?" dedim. "Nasıl korkarım. Sâhibimin, Rabbimin mülkündeyim." "Yol neresidir?" diye sormaya devâm ettim. Ellerini açıp; "Yâ Rabbî! İnsanların çoğu seni unutmuş başka şeylerle meşgul! Sen her işin karşılığını vereceksin... Ey gariplerin yardımcısı, âcizlerin sığınağı! Ey azı çoğaltan, sapmışları hidâyete erdiren! Ey kendisine herkesin sığındığı Rabbim! Senin ihsânını ve rızânı isterim... Senin rızân olmadan dünyâ ve âhiret güzel olmaz" dedi.