Muîdzâde Mehmed Efendinin talebelerinden biri şöyle anlatır: "Bir gün hocamdan Şerh-i Akâid okurken, konu kabir azâbının îzâhına gelmişti. Kabir azâbının hak olduğunu vesîkaları ile çok güzel îzâh etti. Orada bulunanlardan biri, kabir azâbını inkâr etti. Kabir azâbının olmadığını kuvvetli delîllerle îzâh edebileceğini söyledi. Hocam buna üzüldüyse de, bir cevap vermedi. Bu konuşmadan kısa bir zaman sonra, o kimse, Maraş'ın yakın bir köyüne gitmek için yola çıktı. Köye giderken, yolu bir kabristana uğradı. Eski bir kabrin başında durdu. Baktı ki, kabire açılan bir delik var. Elini bu delikten kabre soktu. Sokması ile berâber feryâda başlaması bir oldu. 'Yandım, ölüyorum, elimi kurtarın!' diye avaz avaz bağırıyordu. Yanında bulunan yol arkadaşları donup kaldılar. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Hiçbiri ne yardıma, ne de bir söz söylemeye kâdir oldu! Kabir azâbını inkâr eden o kimse; 'Ben kabir azâbının hak olduğuna inandım. Önceki bozuk îtikâdıma tövbe ettim' dedi ve kolunu kabirden çıkardı. Baktıklarında elinde ve kolunda yanık izleri vardı. Yanında bulunanlar bu hâlin o inkârcı kimseye bir ders ve ibret olarak meydana geldiğini anladılar."
Muîdzâde Mehmed Efendi, “Hidâye haşiyesi'nde şöyle nakleder: “Allahü teâlâ ile kul arasında olan, yâni kul hakkı bulunmayan günahların affolması için, gizlice tövbe etmek kâfîdir. Başkalarına haber vermek, imam efendiye bildirmek lâzım değildir. Cünüp iken Kur'ân-ı kerim okumak ve câmide oturmak ve câmide dünya işlerini konuşmak, yemek, içmek ve uyumak ve Kur'ân-ı kerimi abdestsiz tutmak, çalgı çalmak, şarap içmek, zinâ etmek, kul hakkı bulunmayan günahlardır. Hayvân hakkı bulunan günahları affettirmek, çok güçtür. Hayvânı haksız olarak öldürmek, dövmek, yüzüne vurmak, tâkatinden fazla yürütmek, ağır yük vurmak, otunu, suyunu zamanında vermemek, günahtır. Bu günaha hem tövbe etmek, hem de, istiğfâr ederek yalvarmak lâzımdır.