İtikâd, şu şubeleri içine alır: İlim taleb etmek, Yaradanı tanımak, O’nu noksan sıfatlardan ve noksanlığı gerektirecek şeylerden tenzih etmek, O’nun hayât, ilim, kudret ve vahdâniyyetini, O’ndan başkasının O’nun mahlûku olduğunu, var olmaları da son bulmaları da ancak O’nun kaza ve kaderi ile olduğunu kabul etmek. Devamlı ibâdet ve tâat üzere olan ve her türlü kötülüklerden arınmış olan meleklere ve peygamberliklerini tebliğ ederken, kuvvetli hüccet ve delîllerle desteklenen peygamberlere (aleyhisselâm) îmân etmek, onlar hakkında güzel ve doğru itikâd sahibi olmak, âlemin sonradan yaratıldığını, Kur’ân-ı kerîmde bildirildiği üzere, zamanı gelince yok olacağına, ikinci bir hayât olan âhirete, o zaman rûhların cesedlere iade edileceğine, sırat köprüsüne, hesap verileceğine, amellerin tartılacağına ve bu arada Resûlullah efendimizden tevâtüren bildirilen diğer husûslara da inanmak. Cennet ve oradaki mükâfatlara, Cehennem ve oradaki azap tehdidine inanmaktır.
Kişi, Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) emrettiği ve yasakladığı şeylerde dünyevî ve uhrevî fâideler bulunduğunu, hiçbir karşılık beklemeden kendisini Cehenneme düşmekten alıykoyduğuna katî olarak inanmadıkça, îmânı kâmil bir mümin olamaz.
Bir babanın, çocuğuna bakmak, onu besleyip büyütmekteki gayesinden birisi de, yaşlandığında kendisine bakacağını ve kendisinden sonra neslini devam ettireceğini düşünmesidir. Çocuğun babaya bakması da, babalık hakkını ödemek, oğulluk vazîfesini yerine getirmektir. Neticede her ikisinde de şahsî bir fayda ve menfaat vardır. Hâlbuki Resûlullah efendimiz, bize; anadan, babadan, oğuldan ve herkesten daha şefkatli ve daha faydalıdır. Hattâ, hakîkî kardeşin tâ kendisidir. Başkası değildir, işte bunun içindir ki akıl, Resûlullah efendimizden tarafı, O’na itaat etmeyi tercih etmektedir. Öyleyse, kişinin aklı, Resûlullahı diğer bütün mahlûkâta tercih etmedikçe, îmânının kemâline itibâr yoktur.