Kaza ve kader bilgisini, çok kimseler anlayamamış, doğru yoldan ayrılmıştır. Bunlardan bir kısmı, insanların isteyerek yaptığı işlerinin cebir, zor ile olduğunu sanmış, çokları da, insanların her işi yaratarak yaptığını, isteyerek yapılan işlere, Allahü teâlânın karışmadığını söylemiştir. Üçüncü anlayış şekli de, doğru yolda gidenlerin, İslâmiyeti iyi anlayanların sözüdür ki, bunlar, (Fırka-i nâciyye) ismi ile müjdelenmiş olan (Ehl-i sünnet vel-cemaat) “radıyallahü teâlâ anhüm”dür. Bunlar, birinci ve ikinci kısmda olanlar gibi taşkınlık yapmamış, orta yolu seçmişlerdir. Ehl-i sünnetin reîsi olan İmam-ı Azam Ebû Hanîfe, İmam-ı Câfer-i Sâdık’tan sordu:
-Allahü teâlâ, insanların istekli işlerini, onların arzusuna bırakmış mıdır?
-Allahü teâlâ, rübûbiyyetini, [yaratmak ve her istediğini yapmak büyüklüğünü] âciz kullarına bırakmaz, buyurdu.
-Kullarına, işleri zor ile mi yaptırıyor?
-Allahü teâlâ âdildir. Kullarına zor ile günâh işletip, sonra Cehenneme sokmak, Onun adaletine yakışmaz, buyurdu.
-O hâlde, insanların, istekli hareketi, kimin arzusu ile oluyor, kim yapıyor?
-İşleri insanların arzusuna bırakmamış ve kimseyi cebretmemiştir. İkisi arası olagelmektedir. Yaratmayı kullarına bırakmadığı gibi, zor ile de yaptırmaz.
İşte, Ehl-i sünnet âlimleri diyor ki: Kulların ihtiyârî [istekli] hareketlerini, işlerini Allahü teâlâ îcâd etmekte, yaratmaktadır. Onun kudreti ile var oluyorlar. Fakat insanın kudreti de karışmaktadır. İstekli hareketlerimiz, Allahü teâlânın kudreti ile (Yaratılır) ve bizim kudretimiz ile (Kesb edilmiş) olur.
Ehl-i sünnetten, Ebül-Hasen-i Ali Eş'arî’ye göre, insanların istekli işlerine, kendi ihtiyârları, [yâni seçim hakları ve kudretleri] hiç karışmaz. Yalnız, kul bir iş yapmak isteyince, Allahü teâlâ, o işi hemen yaratmaktadır. Âdet-i ilâhîsi hep böyledir. İşin yapılmasında kulun kudretinin tesîri olmaz. Bu sözü, (Cebriyye) mezhebinin sözüne yakındır. Bunun için, Eş'arî mezhebine (Cebr-i mütevassıt) denilmektedir.