İnsanların çeşitli zamanlarda kendi istekleriyle, tercihleriyle yapacağı şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilmesine kader denir. Kaza ise, kaderde bulunan şeyleri, zamanı gelince Allahü teâlânın yaratmasıdır. Kaza ve kader, insanın kudret ve ihtiyarını yani tercih hakkını yok etmez. İnsan, kendi ihtiyarıyla yapar veya terk eder. Kulun kudreti ve kuvveti, işlerin yaratılmasında tesirlidir. Hiç tesiri olmasaydı, cebir yani zorlama olurdu. Kudret, isterse yapmak ve isterse yapmamak demektir. Yani yapması ne kadar kuvvetliyse yapmaması da o kadar kuvvetlidir. Biri diğerinden daha kuvvetli değildir...
Kaza ve kader meselesi ilahî sırlardandır, bu konuda konuşup tartışmayı Peygamber efendimiz yasaklamıştır. Kaza kader meselesinde Ehl-i sünnet âlimleri ne demişse onu öğrenip inanmaktan başka çare yoktur. Düşünmek, mantık yürütmek doğru değildir. Biz Allahü teâlânın kazasına razıyız.
Dua etmek, Allahü teâlâdan bir şey istemek, kazaya razı olmaya aykırı değildir. Aykırı olsaydı, dua etmek emredilmezdi. Dua ederiz, isteriz, fakat neticede başımıza gelene razı olmamız gerekir. Felaketler hep nefsimizden geliyor, onlara nefsimiz sebep oluyor. Fakat hepsini de Allahü teâlâ yaratmaktadır. Nefsimizden geleni, Rabbimiz de irade ederse yaratır. Ancak, Allahü teâlâ, bilhassa iyi kimselere acır, o iyi kimsenin nefsi istediği hâlde Allahü teâlâ irade etmez, istemez ve o iş olmaz. O da, (Şu veya bu mâni oldu! Ben bunu istiyordum, istediğim olmadı!) der. Hâlbuki Allahü teâlâ onu sevdiği için bunu yaratmadı. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Siz çoğu şeyi hayırlı, faydalı zannedersiniz, hâlbuki o size zarardır, Rabbiniz size merhamet eder ve o zararlı şeye sizi kavuşturmaz. Çoğu şeye de, zararlıdır dersiniz, kaçarsınız, onlar sizin için iyidir, faydalıdır. Rabbiniz de onları size nasip eder.) Bir kişi, (Bu felaket başıma nereden geldi?) der. Hâlbuki bilmez ki, kendisi için hayırlıdır. Allahü teâlâ onu seviyor, ona hayırlı işi nasip ediyor, o ise üzülüyor.