Bir aralık yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş ile karşılaştım. Sapsarı olmuş, yüzünden müthiş bir ıstırap okunuyordu. Daha neyin var demeye kalmadan, o herşeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürperdim. Sol kolu, bileğinin üç parmak yukarısından aldığı isabetle, hemen tamamen kopacak hale gelmiş, eli yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymaktaydı. Ali Çavuş dişlerini sıkarak ıstırabını yenmeğe çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzatarak; "Şunu kesiver kumandanım" dedi. Bu üç cümlelik kelime öyle müthiş bir istek, öyle bir mecburiyet ifade ediyordu ki, gayri ihtiyari çakıyı aldım ve derininin ucunda sallanan eli koldan ayırdım. Bu tüyler ürpertici vazifeyi yaparken, bir şey söylemiş olmak için; "Üzülme Ali Çavuş, Allah vücuduna sağlık versin" diye mırıldandım. O, yere düşen eline, elsiz kalan koluna ve bir de oluk gibi boşanan kanlara kıymet bile vermiyordu. Gözlerini duman ve ateş içindeki yurt ufuklarına doğru çevirerek; "Feda olsun, memleket sağ olsun..." diye mırıldandı.Ali Çavuş yalnız elini değil, çok geçmeden hayatını da bu memleket uğruna, bu mukaddes vatanı korumak yolunda feda etti. gözlerini hayata yumarken de, aynı kelimeleri tekrarladı; "Memleket sağ olsun...Allah imandan ayırmasın...Canım vatana feda olsun..." dedi.