Vâizler, müttekî, sâlih âlimlerdir. Konuşmaları Allahü teâlâ için ve sevap kazanmak maksadıyla olur. Onlar, tefsîrden, hadîsten ve Selef-i sâlihînin yolunda bulunan sâlih âlimlerin siyerinden, onların güzel hâllerinden anlatırlar. Nasihat, tövbe, kanâat, zühd, vera, takvâ ve hikmetle insanları Allahü teâlâya çağırırlar. Allahü teâlâ Nahl sûresinin 125. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyuruyor: “Kullarıma hikmet ile ve güzel vaaz ile, beni tanıt! Ve onlarla mücadeleni en güzel şekilde yap!” Yani onlarla güzel sözlerle, zarif işâretler ve latif ibârelerle konuş...
Bu âlimler, insanları söyledikleri ile ümitlendirip yaptıkları ile aldatmazlar. Söylediklerini önce kendileri tatbik ederler. Tamah ve mal sevgisiyle alçalmazlar. Çünkü tamah bulunan yerden çıkan söz, her ne kadar onu hak olarak söylüyorsa da, kalblere tesir etmez ve dinleyicilere fayda vermez. Büyükler buyurdular ki: “Söz eğer kalbden söylenirse, kalbe tesir eder. Eğer heva ile söylenirse, bu söz kalbe ulaşmaz.” Allahü teâlâ, Davud’a (aleyhisselâm) dünyâ sevgisi kendisini istilâ etmiş olan âlimle oturmamasını vahyetmiş, onların, kulların yollarını kesen, yol kesiciler olduklarını beyân etmiştir, İbn-i Abbâs’tan rivâyetle, Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
“Bu ümmet iki grup insandan müteşekkildir. Bir grup insan vardır ki, Allah, kendisine ilim vermiştir. O da bu ilmi insanlara saçmıştır. Bundan dolayı da kendisine tamah (dünyâ sevgisi) meydana gelmemiş olup, herhangi bir karşılık almamıştır. Bu grupdaki insanlara semâdaki kuşlar, denizdeki balıklar, yeryüzündeki hayvanlar ve kirâmen kâtibîn isimli melekler istiğfar ederler. Kıyâmet gününde bunlar, Allahü teâlâya seyyid, şerif olarak gelirler ve Peygamberlere kavuşurlar...
Diğer bir grup insan vardır ki, Allahü teâlâ kendisine bu dünyada ilim vermiştir. Bu ilim, kendisini insanlara yaklaştırmıştır. Onu bir tamah kaplamış ve bunun (dünyâda) karşılığını almıştır, Allahü teâlâ, mahlûkatın hesabını bitirinceye kadar, o azap görür.”