19 Aralık 1876'da ikinci defâ Sadrâzam olan Midhat Paşa başkanlığında toplanan Vükelâ Heyetince incelenen Kânûn-i Esâsi metni üzerinde bâzı değişiklikler yapıldı. Pâdişâhın karşı çıkmasına rağmen Midhat Paşa 113. maddeyi (pâdişah, devletin emniyetini bozan ve tehlikeye düşüren kişilerin hudut hâricine sürülmesi maddesini) eklettirdi. Pâdişâhın tasdikinden sonra Kânûn-i Esâsi ve Meşrûtiyet ilân edildi (23 Aralık 1876).İngiliz hayrânı olan ve Meşrûtiyet hakkında köklü bir bilgisi bulunmayan Midhat Paşa, kendi husûsi danışmanı ve Nâfiâ (Bayındırlık) Müsteşârı Odyan Efendiyi İngiltere'ye göndererek, Meşrûtiyet rejiminin Avrupa devletlerince garanti altına alınması talebinde bulundu. Osmanlı Devletinin dâhili idâresini yabancı devletlerin kefâleti altına sokmak için gayret etti. O sırada İstanbul'da toplanan Tersâne, Konferansına da aynı teklifi yaptı. Fakat kabûl ettiremedi.Pâdişâh, Meşrûtiyetin ilânından sonra, bir sene beş ay kadar devlet idâresine karıştırılmadı. Abdülhamid Hanın muhâlefetine rağmen Midhat Paşa ve arkadaşlarının basiretsizlikleri yüzünden 24 Nisan 1877'de Doksanüç Harbi diye bilinen Osmanlı-Rus Harbine girildi. Midhat Paşa, medrese talebelerini kışkırtıp "Harp istiyoruz!" nümâyişleri yaptırdı. Sultan'ın penceresi dibinde bile "Harp!" diye bağırıldı."Âl-i Osmân" yerine "Âl-i Midhat"ın kurulabileceğini söyleyerek saltanata göz dikti. Hıristiyan ve Müslümanlardan "millet askeri" adıyla kendi emrinde yeni bir ordu teşkil etmeye kalkıştı. Bosna'da Türk bayrağında hilâlin yanına haç koydurarak, bu bayrakla bir tabur askere, İstanbul'da geçit resmi yaptırdı.Kendisini nâdir gelen bir kahraman zanneden Midhat Paşa, Pâdişâha karşı kaba hareketlerde bulunarak herkesin nefretini kazandı. Ziyâ Paşa ve Nâmık Kemâl gibi en yakın arkadaşlarını sürgüne göndererek Meşrûtiyet anlayışını açık bir şekilde ortaya koydu. 5 Şubat 1877'de sadâretten azledilerek Midhat Paşanın Kânûn-i Esâsi'ye koymakta ısrar ettiği 113. maddeye istinâden yurtdışına çıkarıldı.Midhat Paşa, önce Brendizi, sonra Napoli, İspanya, Paris ve Londra'ya gitti. İngilizlerden çok iltifât gördü. Girit'te ikâmetine izin verildi. Sonra Suriye Vâliliğine tâyin edildi. Vâliliği zamânında kanlı Marûni-Dürzi çatışmaları oldu. Devlet aleyhindeki faaliyetleri sebebiyle merkeze daha yakın olan Aydın Vâliliğine getirildi (1880).Bu sırada, Abdülaziz Hanın katliyle ilgili olarak teşkil edilen mahkeme, soruşturmalarına devam ediyordu. Kendisini götürmek için heyet gönderildiğini haber alan Midhat Paşa, İzmir'deki Fransız konsolosluğuna sığındı. Vâlilikten azledildi. Abdülhamid Hanın tehdidi üzerine himâyesiz kalan Midhat Paşa, İstanbul'a getirilerek Yıldız Sarayı Çadır Köşkünde tutuklu olarak ifâdesi alındıktan sonra, Haziran 1881'de diğer zanlılarla birlikte muhâkeme edildi. Sultan Abdülaziz Hanın şehit edilmesinde rol oynadığı tesbit olunarak idâma mahkum oldu. Buna, kabine üyeleri, eski sadrâzamlar, müşir ve feriklerden teşekkül eden fevkalâde bir Temyiz Heyeti karar verdiyse de Pâdişâh azınlıkta kalanların reylerini tercih ederek idâm hükmünü sürgüne çevirtti. İzzeddin Vapuru ile Cidde üzerinden Tâif'e gönderildi. Midhat Paşa, üç yıl kadar burada yaşadı. İngilizler tarafından kaçırılacağını haber alanHicaz Vâlisi Osman Nuri Paşanın emriyle 8 Mayıs 1884 gecesi kaldığı odayı basan Berber İsmâil adındaki bir asker tarafından boğularak öldürüldü.Cenâzesi Tâif Kalesi surları dışındaki kabristana defnedildi. 26 Haziran 1951'de kemikleri Tâif'ten İstanbul'a getirilerek Hürriyet-i Ebediye Tepesinde gömüldü.Garp kültüründen ve İslâmi bilgilerden mahrum olan Midhat Paşa, zeki bir kimseydi. Ancak kendisinin de bâzı vesilelerle itirâf ettiği gibi iyi bir devlet adamı değildi.Sorumluluktan çekinmeyen ve kibirli bir kişi olan Midhat Paşa, devlet sırlarını en ol madık kimselere söylemekten çekinmezdi. Siyâsi tecrübeden mahrûm olduğu gibi, memleke tin kurtuluşu için tek çârenin Meşrûtiyet rejimi olduğuna inanmıştı. İbn-ül-Emin Mahmûd Kemâl İnal'ın tâbiriyle; "Önünü ardını gözetmez, yaptığı işi düşünmez!" bir adamdı.