Bir sabah ibâdet ile meşgûl iken odasından çıkıp, talebelerine; "Misâfir gelecek, yiyecek bir şeyler hazırlayın" buyurdu. Hâlbuki, dergâhta yemek yapacak bir şey yoktu. Talebeleri durumu arz edince, dergâhtan dışarı çıkıp, çevresine baktı. Karşı tepeden bir ceylan sürüsü dergâha doğru koşarak geliyordu. Yanındakilere dönüp; "Bu ceylanlar, misâfirlerimize ziyâfet için birbirleriyle yarışıyorlar" dedi. Ceylanlar önüne gelince; "Bizim misâfirimiz için canını fedâ edecek olan öne çıksın" dedi. En öndeki ceylan, fırlayıp ileri atıldı. Talebeler; o ceylanı tutup kestiler. Yemek hazırlandığı sırada misâfirler geldiler. İkrâm edilen yemeği yediler. Allahü teâlâya ibâdet için güç ve kuvvet kazandılar...
Bir köyün kıyısında bulunan ve köyün su ihtiyâcını karşılayan kaynak kuruyunca köy halkı ona başvurdu. O da pınarın başına gidip duâ ettikten sonra âsâsını suyun aktığı yere değdirdi. Allahü teâlânın izni ile pınardan altın aktı. Bunun üzerine; "Yâ Rabbî! Ben altın istemedim su istedim" diye münâcâtta bulununca su eskisi gibi akmaya başladı. O günden beri pınarın suyu hiç kesilmedi...
Bu mübarek zat, bir sabah odasından dışarı çıktı. Çok üzüntülü idi. Talebeleri, üzüntüsünün sebebini sordular. O da; "Erdebîl'deki Safiyyüddîn Erdebîlî'nin talebeleri, bu zamâna kadar temiz îtikâdlı, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Eshâbının yolunda, bid'atlerden sakınıp, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyet eden, kötülüklere meydan vermeyen kimselerdi. Ama şimdi, doğru yoldan ayrıldılar. İnançlarına bid'at pislikleri karıştırdılar. Şeytan, onları büyüklerin yolundan saptırdı" buyurdu. Çok geçmeden, Erdebîl tarafından bir haber geldi. Safiyyüddîn Erdebîlî'nin torunlarından Cüneyd oğlu Haydar'ın, Ehl-i sünnet îtikâdından, Selef-i sâlihînin yolundan ayrılarak bidat ehli olduğu haberi verildi. Haydar, Eshâb-ı kirâm efendilerimizin bâzılarına dil uzatmış, pâdişâhlık dâvâsına kalkışmıştı.