Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Muhakkak müminler felah buldular (yani, Cennette ebedî kalmakla saadete kavuştular.) Onlar namazlarında Allahü teâlâdan korkarlar (O’na tezellül ve tevâzu gösterirler. Öyle ki, sağlarında ve sollarında olan kimseleri bilmezler)” buyuruyor. (Mü’minûn-1, 2) Allahü teâlâ bu âyet-i kerîmede, müminleri imânlarından sonra, huşû’ ile kıldıkları namazları sebebi ile medh buyurdu. Sonra kurtulanların vasıflarını saydıktan sonra meâlen;
“Onlar ki, namazlarını gereği üzere devamlı kılarlar” buyurdu. (Mü’minûn-9) Sonra bu sıfatların semeresi hakkında da meâlen;
“İşte bu vasıfları toplayanlar, vâris olanlardır ki, onlar, Firdevs Cennetine vâris olacaklardır.” (Mü’minûn-10, 11) buyurup, âyet-i kerîmenin evvelinde, onları felaha, sonunda ise Firdevs Cennetine vâris olmakla vasfetti.
Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) hadîs-i şerîflerde buyurdu ki: “Namaz kıldığın zaman (nefsine, hevâsına ve ömrüne) veda eden (ve mevlâsına teveccüh eden) gibi namaz kıl.”
“Sahibini fenâlıktan alıkoymayan namaz, Allahtan uzak olmaktan başka bir şeyi arttırmaz.”
“Allahü teâlâ, bedeni ile beraber kalbi hazır olmayan kimsenin namazına bakmaz (değer vermez).”
Hâtim-i Esam’a nasıl namaz kıldığı sorulunca, şöyle cevap verdi: “Namaz vakti gelince, temiz bir kalb ile niyet ederek abdest alırım. Abdest uzuvlarımı yıkar, kalben de tövbe ederim. Sonra câmiye giderim. Bütün azâlarım, namaz için hazır hâle gelinceye kadar beklerim. Namaza başlayacağım zaman Mescid-i Harâm-ı gözümün önüne getirir, Makâm-ı İbrâhim’i iki kaşım arasında tutar, Cenneti sağımda, Cehennemi solumda, Sıratı ayaklarımın altında, can alıcı meleği arkamda düşünür, kalbimi Allahü teâlâya teslim eder, sonra ta’zimle Allahü ekber der, hürmetle kıyâm, heybetle kırâat, tevâzuyla rükû’, tazarru’ (kendini alçaltma, yalvarma) ile secde, hilm ile cülus (tehıyyattaki oturuş), şükürle selâmı yerine getiririm. Benim namazım böyledir.”