O, Kimseden Bir Şey Istemezdi
Muhyiddin-i Arabi hazretleri Rûh-ül-kuds isimli eserinde şöyle anlatıyor:
"Ben, Fâtıma binti Müsennâ'ya yetiştim... Dikkat ettim, hiçbir şey yemiyordu. İnsanlar yemek olarak kapısının önüne bir şey koyarlarsa, onlardan ölmeyecek kadar yerdi. Ben yanına oturduğumda, yüzüne bakmaya utanır, hayâ ederdim. 90 yaşının üzerinde olduğu hâlde, kendisini gören çok genç zannederdi. Kendi hâlinde yaşardı. Dünyâ ile alâkası yoktu. Kimseden bir şey istemezdi. Bir ihtiyâcı olsa, görülmesi icâb eden bir işi meydana çıksa, Fâtiha-i şerifeyi okur, Allahü teâlânın izni ile o şey hemen hallolurdu. Onun kalması için, kendi elimle hurma dallarından bir ev yaptım. Orada kalırdı. Huzûruna benden başka kimsenin girmesine müsâade etmezdi. 'Niçin sâdece ona izin veriyorsunuz da başkalarına müsâade etmiyorsunuz?' diye suâl edildiğinde, cevaben buyurdu ki:
-Başkaları yanıma geldikleri zaman yarım olarak gelirler. Yani kendileri gelirler, fakat kalpleri; işlerinin, dünyalıklarının, evlerinin, ailelerinin yanında kalıyor. Ancak Muhyiddin benim evlâdımdır. Gözümün nûrudur..."
Muhyiddin-i Arabi, Fütûhât-ı Mekkiyye kitabında şöyle anlatıyor:
"Bir gün Fâtıma hazretlerinin yanında oturuyorduk. Bir kadın gelerek;
-Ey kardeşim! Benim kocam Endülüs'te Şeriş (Jerez de la Frontera) beldesinde bulunuyor. Haber aldım ki, orada birisi ile evlenmiş. Siz bu hâle ne dersiniz? dedi.
Fâtıma binti Müsennâ hazretleri Fâtiha-i şerife ve başka şeyler okudu. Ben de onunla beraber okudum.
-Fâtiha-i şerifeden, kocanı getirmesini istedim, buyurdu.
Okuduğu Fâtiha, Allahü teâlânın izni ile insan sûretine (şekline) geldi. Ona;
-Ey Fâtiha-ül-kitâb! (Fâtiha sûresi) Şeriş şehrine git! Bu kadının kocasını getir! Gelmek istemezse bile sen bırakma! Mutlaka getir! dedi.
Aradaki mesafe çok uzun olmasına rağmen, Allahü teâlânın izni ile o kadının kocası bir anda evine geldi."