Sen Ölümden Değil Kendinden Kork!
Körlük de türlü türlüdür. İç körlüğü dış körlükten fenadır. Gözü kör olan kendisini dışarıdaki pisliklerden koruyamaz. Lakin bu pislik yıkamayla geçer. İç gözü kör olan ise manevi pisliklere bulaşır. Bu tür pislik diğeri gibi suyla kolayca geçmez. O demirdeki pas gibi kalıcıdır. Nasıl zahir gözünü çöpten sakınıyorsan iç gözünü de öylece sakın. Ta ki manevi kirlere bulanmayasın. Bir kere bulanmışsan da tevbe et. Zira tövbe suyundan başkası o kire çare olmaz.
Ey dokunulmaması gereken ilahi sözleri keyfine göre tevile kalkan laubali! Kur'ânı değil kendini tevil et. Onu kendine uydurma, sen ona uy! O seni düzeltmeye gelmişken senin onu düzeltmeye kalkman ne edepsizlik! Kendin hastayken doktorunu tedaviye kalkman ne abes!
Ey hırsının zebunu olan kişi! O kara kömürü parlak bir ateş gibi gösteren şey senin hırsından başkası değil. Zira hırs taşı elmas gösterir. Yanan ateş güzelliğiyle gözünü alır ama sen o renge değil yaptığı işe bak. Ateşe yaklaşırsan yüzünü toza bulamış olursun. Ne sönmeyen ateş var ne geçmeyen heves. Ama ateşten geriye kömür, hevesten geriye de utanç ve yüz karalığı kalır. O hâlde dikkat!
Ey ölüm aynası! Sen ne tuhaf bukalemunsun! Kimin yüzüne baksan onun rengini alırsın. İyiye iyi, çirkine çirkin görünürsün. Dostuna dostsun, düşmanına düşman. Bunun sebebi nedir? diye sordum da Hazreti Mevlâna'dan şu cevabı aldım:
Ey ölümden korkan! Aslında ölümün rengi yoktur, onda gördüğün çirkinlik kendi çirkinliğin. Lakin bu çirkinlik de kendi eserin. Üstündeki kirli paçavrayı kendin eğirip kendin diktin, yüzündeki gözündeki karaları yine kendin çaldın. Şimdi hayat perdesi aradan kalktı ve ölüm aynasında kendi gerçek kimliğinle yüz yüze geldin. Seni bu kara yüzünle, bu düşkün hâlinle cennete kabul etmezler. İşte seni korkutan ölümün bu gerçekleri haykıran dili. O hâlde layıkı o ki sen ölümden değil kendinden kork!