Tasavvuf, Kalbi Sâf Yapmak, Temizlemek Demektir
Tasavvuf, kalbi sâf yapmak, temizlemek demektir. Bu da, zikr-i ilâhî ile olur. Şu kadar var ki, zikri, bir velîden öğrenmesi, ondan izin alması lâzımdır. Böyle öğrenmeksizin yapılan zikrin faydası pek az olur, belki de hiç olmaz. İmâm-ı Rabbânî “rahimehullahü teâlâ” yüzdoksanıncı mektûbunda buyuruyorlar ki:
(Zikrin faydalı olması ve tesîr edebilmesi için ahkâm-ı islâmiyyeye uymak şarttır. Farzları ve sünnetleri yapmak ve harâmlardan ve şüpheli olan şeylerden sakınmak lâzımdır. Zikri, bizim bildirdiğimiz gibi yapan kimse, izin alarak yapmış olur.
Her gün âdet ederek, abdestli, temiz bir yerde, yalnız olarak, kıbleye karşı oturulur. Gözler kapanır. Dil ile yirmibeş kerre (Estagfirullah) denir, her birini söylerken, (Günâhlarıma pişmân oldum. Bir dahâ yapmamaya söz veriyorum. Günâhlarımı affeyle!) diye düşünülür. Sonra bir Fâtiha ile üç İhlâs okuyup, sevâbı, Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” ile Muhammed Behâeddîn-i Buhârî ve Abdülkâdir-i Geylânînin “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” rûhlarına hediyye edilir ve kalb ile düşünerek, rûhlarından yardım istenir. Beni de yolunuzun yolcuları arasında bulundurunuz diye yalvarılır. İhlâs-ı şerîf okumadan, yalnız bir Fâtiha dahâ okunur, sevâbı Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” ile imâm-ı Rabbânî Müceddid-i elf-i sânî Ahmed Fârûkî Serhendî “kaddesallahü teâlâ esrârehümâ”nin rûhlarına hediye edilir, bunların da rûhlarına kalb ile yalvararak, kendilerinin talebelerinden, mensûblarından saymaları ricâ edilir. Bundan sonra, kısaca (Tezekkür-i mevt) edilir. Yani, kendini ölmüş ve teneşir tahtası üzerinde yıkanmış, kefene sarılmış ve tabuta konulmuş ve mezâra gömülmüş olarak düşünülür. Mezârda olduğu hâlde, Allahü teâlâ ile arasında vesîle ve vâsıta olan zâtı karşısında görür gibi, hayâline getirilir. Buna, (Râbıta) demişlerdir. Tasavvufun bütün yollarında ve ençok büyüklerimizin yolunda en değerli ilerletme vâsıtası olduğu bildirilmişdir. Bu râbıta, en az onbeş dakîka sürer. Dahâ az olursa, tesîri de az olur.