Salât-ı Kâmile ismindeki eseri şerh etti. Tamamladığı şerhin bir bölümünde buyurdu ki: "Tefsîr ve fıkıh ilmi, en üstün ilimlerdir. Bunlardan sonra tasavvuf ilmi gelir. Tasavvuf, nefsi ve kalbi temizlemek demektir. Cenâb-ı Hakk'ı, bütün hakîkatiyle bilmek kâbil değildir. Peygamber efendimiz, (Cenâb-ı Hakk'ın nîmetlerini tefekkür ediniz. Zât-ı ilâhiyyeyi tefekkür etmeyiniz. Çünkü zât-ı ilâhiyyenin kadrini takdir edemezsiniz) buyurmuştur. Tasavvuf talebesi, sâdece; Allah, Allah! demekle ilâhî feyze kavuşamaz. Ancak nefs-i emmâresini yakıp, temizleyerek feyze kavuşur."
“Bir kimse, ilim öğrenirken nefsinin arzu ve istekleri ve mal sevgisi gibi husûslardan dolayı niyetini düzeltmeye gücü yetmezse, ihlâs elde edemese bile bu şekilde ilim öğrenmeye devam etmesi, ilmi büsbütün terk etmekten daha efdaldir. Bu şekilde devam edince, öğrendiği faydalı ilim geç de olsa onda ihlâs meydana getirir ve niyetini düzeltir.”
“Bazı büyük zâtlar, ilme başladıkları sırada sâlih ve hâlis niyetlerinin bulunmadığını, fakat daha sonra hâlis niyetin kendiliğinden hâsıl olduğunu, bundan sonra, ilme, sırf Allah rızâsı için devam ettiklerini bildirmişlerdir. Bunlardan Süfyân-ı Sevrî hazretleri buyurdu ki: Biz ilme başladığımızda tam hâlis bir niyetle başlamamıştık. Fakat ilim, Allah rızâsından başkasını kabûl etmedi.”
Burada Allahü teâlânın rızâsından başkasını istemeyen ilimden murâd, zâhirî ve bâtınî günahlardan meneden ilimlerdir. Çünkü günahlarda, Allahü teâlâdan başkasının rızâsını istemek vardır. Nasihatler, Allahü teâlânın rızâsını kazanmayı teşvik eden ve günahlardan meneden ilimler, Allahü teâlânın râzı olduğu ilimlerdir. Ekseriyetle bu bilgileri öğrenen kimsenin niyeti zaman içerisinde düzgün olur.”