Türkistanlı Velî Abdüllatîf Câmî
SEYYİDLERİ ÇOK SEVERDİ...Rivâyet edilir ki, o zamanlarda Osmanlılarda Nakib-ül-eşrâf Seyyid Muharrem Efendi idi. (Nakib-ül-eşrâf olan zât, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mübârek neslinden olanların her türlü işleri ile ilgilenip, onların kayıtlarını tutardı.) Nakib-ül-eşrâflık vazifesinin ehemmiyeti icâbı, halifeden sonra gelen en yüksek mevkilerden sayılırdı. Diğer büyük zâtlar gibi, Abdüllatif Câmi de Resûlullah efendimize ve O'nun temiz nesline âşık bir zât idi. Anadolu'da bulunurken, Kanuni Sultan Süleymân'a, Nakib-ül-eşrâf Seyyid Muharrem Efendi'yi çok medhederek şöyle anlattı: "O, Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) neslinden çok kıymetli bir zâttır. Eğer onların (Seyyidlerin) arzusu olmasaydı, Anadolu'ya gelmez idim." O bu sözleri ile Nakib-ül-eşrâflık müessesesinin ve Muharrem Efendi'nin ve dolayısıyle seyyidlerin mevkiini daha da yükseltmiş, onlara verilen kıymet ve i'tibârın daha da artmasına vesile olmuştur...
Bu mübarek zatın kıymetli nasihatleri vardır. Buyurdu ki:
"İnsanlar, ölüleri dirilteni büyük bildiğinden, Allahü teâlâya yakın olanlar, bunu yapmak istemeyip ölü kalbleri diriltmişler, talebelerinin ölü kalblerini diriltmeye çalışmışlardır. Doğrusu da, kalbleri diriltmek yanında ölüleri diriltmenin hiç kıymeti yoktur..."
BİR HAC DÖNÜŞÜ...
Abdüllatif Câmi hazretleri, bir sene hac dönüşünde, yolda düşman ve eşkıya tehlikesi olduğunu haber aldılar. Memleketlerine başka bir yoldan geldiler. Yolda gelirken, bir yerde mola verip; "Burada birkaç gün istirahat etmemiz icâb ediyor" dedi. Yol arkadaşları kabûl edip, orada konakladılar. Fakat Hâce Selâhaddin isminde bir vezir ve yanındaki birkaç kişi, yola çıkmakta acele ettiler. Onlar yola çıkınca, geride kalanlardan birkaçı da, yola çıkalım diye bu mübareğe arz ettiklerinde, o yine acele etmedi acele edip, yola çıkanlar, yolda düşman eline düşüp şehid edildiler...