Sarayda vazîfeli Mehmed Ağa anlattı: "Sarayda, Enderûndan yetişmiş bir ağa, Üsküdar'daki konağında oturuyordu. Doğancılar'da Nasûhî Efendinin vefât ettiği duyuldu. Cenâze namazı kılınmak üzere câmiye götürülüyordu. Ağanın evi önünden geçerken, ağa, kalabalığı görmeyeyim diye pencerelerin perdelerini kapattı. Çünkü Nasûhî hazretlerinin büyüklüğüne inanmazdı...
Ağa, o gece rüyâsında büyük bir kalabalığın Pâdişâh Sultan Ahmed Hanı beklediğini gördü. Halk, yolun kenarlarına dizilmişlerdi. Öyle ki, çarşının aşağı başından Ahmediye Câmiine kadar yollar doluydu. Herkes heyecanla bekleşiyordu. Bâzılarına niçin beklediklerini sorduğunda, onlar; 'Pâdişâhımız, Nasûhî Efendi hazretlerini ziyârete gelecek. Onun gelmesini bekliyoruz' dediler. Bu sırada Nasûhî Efendi, Pâdişâhın geleceği istikâmete doğru, beyaz bir at üstünde göründü. Etrafında talebeleri vardı. Nasûhî Efendi, Ağa'nın önünden geçerken durdu. Ona dönüp; 'Allahü teâlânın sevdiği kulları sevmeyenler, helak olur. Bu düşmanlık, onların perişân olmalarına kâfidir. Sen acele tövbe et ki, kurtulasın!' buyurdu...
O sırada uyanan Ağa, sıkıntıdan ter içinde kaldığını gördü. Hemen tövbe edip, abdest aldı. İki rekat namaz kılıp Kur'ân-ı kerîm okudu. Sevaplarını Nasûhî hazretlerinin rûhuna bağışladı. Bir müddet durdu. Hiç âdeti olmadığı halde dışarı çıkıp tek başına sokak kapısını açtı ve yola çıktı. Hanımı onun alışılmamış bu hâli sebebiyle beni (Karakulak Mehmed Ağa) çağırdı. 'Ağa nereye gidiyor acabâ tâkib et' dedi. Ben de ağanın arkasınca gittim...
Ağa Doğancılar'a geldi. Nasûhî Efendinin dergâhına girdi. Ben de varıp bir köşeye gizlendim. Ağanın hareketlerini tâkip ettim. Sabah namazını kıldıktan sonra, Nasûhî hazretlerinin türbesine girdi. Kabr-i şerîfinin başında bir mikdar durduktan sonra, Kur'ân-ı kerîm okudu."